Hukuk ve Sanat: Geçmiş… Geçmiş midir?

Hafıza bireyin hatırladıklarının ötesine geçen, insanın toplumsallaşma sürecinde gerçekleşen ve bu toplumsal ilişkiler içinde anlam bulan bir olgudur. Bu nedenle bireylerin kendilerine ait bellekleri de toplumsal olarak belirlenir. Yaşanan travma bazen kuşaktan kuşağa aktarılır: Bu nedenle, olaylara tanık olanlar ve toplumsal hafızanın devamı olarak bireyler, edebiyat alanında yaşananları yeniden sorgulama ihtiyacı duyarlar.  Beatriz Sarlo, Geçmiş Zaman olarak Türkçe’ye çevrilen kitabında geçmiş zamanın onu zihninde taşıyan özneler tamamen ortadan kaldırılmadığı sürece yok olmayacağını belirtir ve devam eder; “Anılar, tanık olan kişiler tarafından söze ve yazıya döküldükten sonra, önü kesilmez şekilde, nesilden nesile aktarılmaya devam edecektir.

Yaşadığımız ülkenin tarihi de 10 yıllık aralarla darbelerle dolu. Bugün Türkiye’de 60 yaşında olan herhangi biri, hayatında 3 darbe ve 1 darbe girişimi görmüş durumda. Bu “darbeli” hayatın gelecek nesillere mirası olmayacağını söylemek ise mümkün görünmüyor. Bununla birlikte 15 Temmuz 2016 tarihinden bu yana da olağanüstü hal döneminde var olmaya çalışıyoruz. Yaşananların siyasal iktidarın sahibi olanların sorumluluğunda olduğu açıktır ancak bir yandan da tüm bu tarihsel süreçte yaşananlara karşı sessiz kalanların sorumluluğunu düşünmemiz gerekir.

Bu yüzden “Geçmiş geçmiş midir?” sorusunu ortaya atarak, kafamızı tüm bu “hafıza”, “geçmişle yüzleşme” tartışmalarının doğduğu ve dünya tarihinin en kanlı ve acımasız katliamına ev sahipliği yapan Nazi Almanya’sına ilişkin bir anlatıya çevirecek ve Türkiye’de ve dünyada çok satanlar arasına da girmiş “Okuyucu” (1995) kitabıyla tanınan Bernhard Schlink’in bu kitaptan daha önce 1987’de ilkini Walter Popp ile birlikte yazdığı, ikinci ve üçüncü kitaplarda ise tek başına kaleme aldığı dedektif anlatısı olan Selb üçlemesine (Selb’in Yargısı/ Selb’in Hilesi / Selb’in Ölümü) değinmeye çalışacağız.

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 9. sayısında okuyabilirsiniz.

print