Mercek: KHK’lar ile “Normalleşen” Türkiye

15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası yaklaşık bir buçuk senedir olağanüstü halde yaşıyoruz.

OHAL sürecinde, 2017 yılında yapılan Anayasa referandumu ile başkanlık sistemi geldi, yasama yargı ve yürütme erklerinin yapısı değiştirildi. Yine bu referandumla yapısı değiştirilen HSK tarafından binlerce hâkimin görev yerlerinde değişiklik yapıldı. Yine 31 KHK ile sayısız kanunda sayısız değişiklik yapıldı, kamu görevinden binlerce kişi nedeni açıklanmadan, çoğunun haklarında hiçbir soruşturma dahi olmadan çıkarıldı, telefonunda Bylock bulunan birçok kişi tutuklandı1.

KHK’lar sırf bunun için de çıkartılmadı. OHAL süresince iflaslara erteleme getirilmesinden arabalarda kış lastiği uygulamasına; OHAL kovuşturmalarındaki duruşmalarda en çok üç avukat bulundurulmasından, avukat görüşüne kısıtlama getirilmesine; geçici köy korucularının unvanının “güvenlik korucusu” olarak belirlenmesinden, emniyet tarafından yürütülen araç tescil hizmetlerinin noterliklere devredilmesine; Bursa’nın Gemlik ilçesinin deprem riski nedeniyle taşınmasından, taşeron işçilerin kamu kurum ve kuruluşlarına geçirilmesine; Yargıtay’ın üye sayısı arttırılarak istinaf mahkemelerine gerekçeden dolayı kararı bozma halinde dava açma zorunluluğundan, Yargıtay’a 10 yıldan fazla hapis cezalarının temyiz incelemelerini duruşmasız yapabilme yetkisine kadar birçok alanda düzenleme yapıldı ve esas olarak kanunlarla düzenlenebilecek hususlarda -Meclis ekarte edilerek- KHK’lar ile değişiklikler yürürlüğe geçirilmiş oldu.

Bunca dönüşüme ve hukuka aykırı yapılan düzenlemelere rağmen, 696 sayılı KHK’da getirilen terör ve darbe suçuyla cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlülere duruşmalarda tek tip kıyafet uygulaması ile “sivillere” de yargı muafiyetinin getirilmesi birçok kişi tarafından kaygı verici, hukukun ve hukuk devletinin bitmesi olarak yorumlandı. AKP’ye OHAL süresince destek vermiş birçok yazar “bu kadarı da fazla” noktasında mutabık kaldı.

***

Aslında “bu kadarı da fazla” olan Türkiye’deki siyasi aktörlerin beklentileri ve talepleriyle ilgili. II. Cumhuriyet’te bir normalleşme arayışındalar. Görmedikleri ya da görmek istemedikleri ise “bu kadarı da fazla” olanın II. Cumhuriyet’te normal olan olması. Çünkü bu AKP’ye değil, AKP’nin baş aktör olarak inşa ettiği ancak sermaye sınıfının talepleri doğrultusunda şekillenen yeni düzene ilişkin.

Yeni düzen, Meclis’in devre dışı bırakılarak KHK yerine başkanlık kararnameleriyle düzenlemelerin geçeceği, özellikle sermaye sınıfının ve sistemin ihtiyaçlarının daha hızlı şekilde karşılanacağı bir Türkiye’yi yaratıyor. Bu taleplerin karşılanması için ise bunun karşısında olacak engellerin hızlıca bertaraf edilmesi gerekiyor.

Bu engellerden biri Meclis idi. Anayasa düzenlemesi, KHK’lar ve OHAL sonrasında da başkanlık kararnameleriyle bertaraf edilmiş oldu. Yargı ise sorun olmaktan çıkarıldı. Özelleştirme uygulamalarını durduran Danıştay daireleri ile politik dosyalarda istenilen kararları vermeyen Yargıtay dairelerinde tasfiyeler yapıldı, HS(Y)K yapısı değiştirildi. Şimdi ise Cumhurbaşkanının talimatıyla soruşturma başlatan savcılar, talimat gelmeden karar veremeyen hakimler ve AYM kararına uymayıp tahliyeleri reddeden mahkemeler2 var.

Bir diğer engel ise muhalif kesimler. Tek tip kıyafet zorunluluğu, avukat görüşü sınırlamaları, sanığın duruşmada bulunma zorunluluğunun ortadan kaldırılması, sokağa çıkanlara karşı sivil güçlerin müdahalesinin yargı dışı bırakılması vb. hususlar da buna tekabül ediyor. Muhaliflerin kişilikleri, saygınlıkları yok edilmek isteniyor ve ayrıca topluma korku salınarak mesaj verilmeye çalışılıyor.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Okulun çevresinde bir uyuşturucu satıcısını gördüğümüz zaman, beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmaya polis görevlidir” sözlerini ve “bunu kim yaptırdı derse beni gösterin, gerekirse beş on sene yatarım” demesini buradan okumak gerekir. Çok geçmeden Adıyaman İl Emniyet Müdürü’nün “Biz uyuşturucu satıcılarının bellerini kırdık, kırmaya devam edeceğiz. Yeri gelirse kafalarını kıracağız” ifadelerini kullanması da tesadüf değildir.

Aslında tam da bu sebeple, 15 Temmuz darbesi sonrası Eylül 2016’da Soylu İçişleri Bakanı olarak göreve başlamıştır. Soylu’nun Mehmet Ağar’la olan ilişkisi ve darbe teşebbüsü sonrasında boşalan emniyet kadrolarının “Ağar’ın kadrolarıyla” yeniden yapılandırıldığı iddialar arasında. Soylu’nun geldiği DYP’nin eski genel başkanı ve dönemin başbakanı Tansu Çiller’in Susurluk skandalına karışanlara sahip çıkmak için söylediği “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözünü de hatırlamakta yarar var.

***

Eğer tüm bu yaşadıklarımız II. Cumhuriyet’in kodlarında varsa ve bu durum -kimi yumuşamaların olabileceği bir tarafa bırakılırsa- aslında bir olağanüstü değil olağan hal ise, tartışılması gereken böyle bir sistemde nasıl bir hukuk mücadelesi verileceğidir. Mesele tam olarak sadece OHAL’in kaldırılması, AKP’nin ya da Erdoğan’ın gitmesi değil; bunları içerecek şekilde bu sistemsel dönüşüm karşısına, bizim nasıl bir adalet, hukuk ve ülke talebiyle çıkacağımızdır.

print
Notes:
1. 27 Aralık 2017’de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, yapılan araştırmalara göre 11 bin 480 GSM numarası kullanıcısının telefonlarına “Mor Beyin” yazılımı sebebiyle Bylock’u iradeleri dışında yükle- dikleri açıklandı. 697 sayılı KHK ile 1823 kişi görevini iade edildi, tutuklu birçok kişi de tahliye edildi. Bunun FETÖ tarafından gerçek kullanıcıları saklamak için yapılan bir girişim olduğu belirtildi
2. Bilindiği üzere Ocak ayı başında AYM tarafından, kapatılan yayın organı Zaman Gazetesi eski yazarlarından Şahin Alpay ve yazar Mehmet Altan’ın dosyalarını incelenmiş ve hak ihlali gerçekleştirildiği kararı verilmişti. Bu karara rağmen, yerel mahkemeler, Şahin Alpay’ın ve Mehmet Altan’ın tahliye talebini reddetti.