1990’lı Yıllarda İşlenen Zorla Kaybetme Suçları ve Cezasızlık Olgusu

Kayıplar sorunu, biz dizi uluslararası belgede cezasızlık olgusunun merkezinde tarif edilen ağır insan hakları ihlallerinin içinde yer almaktadır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nda çıkarılan bir kararname ile yaygın bir uygulama olarak ortaya çıkan zorla kaybetme suçu, sadece savaş zamanlarında değil, barış zamanlarında da devlet adına hareket eden kişi ve örgütler tarafından işlenmiştir. Nitekim Arjantin, Şili, Brezilya ve Uruguay olmak üzere Latin Amerika ülkeleri ile Türkiye, Sri Lanka, Çeçenistan gibi ülkelerde bu suçun yaygın biçimde işlenmesi 2006 yılında Birleşmiş Milletler Herkesin Zorla Kaybedilmeye Karşı Korunması Hakkında Sözleşme’nin kabulünü sağlamıştır. Bu suç aynı zamanda, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Statüsü’nde insanlığa karşı suçun tipik hareketleri arasında sayılmıştır. İlginçtir, bütün bu gelişmelere rağmen, söz konusu suç 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmemiş ve kayıplar sorunu çeşitli biçimlerde görmezden gelinmiştir. Konu ile ilgili yargı kararları da anayasa yargısı dahil olmak üzere bu durumu giderek perçinlemiş, zorla kaybedilme suçları yönünden oluşan cezasızlık iklimi sürdürülmüştür. Dahası, 2016’da ilan edilen Olağanüstü Hal döneminde yeni zorla kaybedilme vakaları gündeme gelmektedir.

Zorla kaybetme suçu, Türkiye kamuoyunun gündemine esas itibariyle 1980’li yıllarda girmiştir. Hafıza Merkezi verilerine göre, örneğin, 1980-1990 yılları arasında zorla kaybetme suçuna maruz kalan kişi sayısı 33’tür. Zorla kaybetmenin faili meçhul cinayetlerle birlikte yaygın ve sistematik hâle gelerek bir istisna rejimi çerçevesinde işlenmesi Olağanüstü Hâl Kanunu’nun7 yürürlükte olduğu 1990’lı yıllara denk gelmektedir. Hafıza Merkezi verilerine göre, gözaltında kayıpların en yoğun olduğu yıllar, sırasıyla 1994 (518), 1995 (232), 1996 (170) yıllarıdır.

1990’lı yıllarda zorla kaybetmenin Sözleşme’nin ve Statü’nün aradığı biçimde insanlığa karşı suç oluşturacak şekilde yaygın veya sistematik bir biçimde işlendiğinin en önemli göstergesi, olağanüstü hâl bölgesinde işlenen gözaltında kayıpların benzer bir seyir izlemesi, aynı kişiler tarafından işlendiği yönünde kuvvetli delillerin bulunmasıdır.10 Zorla kaybetme fiillerinin hemen hepsinde mağdur, bölge halkınca daha önce bilinen kişiler tarafından aleni biçimde yakalanmış veya gözaltına alınmış, mağdurun akıbetine ilişkin bilgi verilmemiş veya mağdurun akıbetine ilişkin gerçek dışı bilgiler verilmiş ve sorumluların yargılanması için girişimde bulunan mağdur yakınları da açık veya zımni biçimde tehdit edilmiştir. Bu durum, insan hakları örgütleri tarafından rapor edilmiş, Başbakanlık ve TBMM komisyon raporlarına yansımış11, failleri tarafından açıklanmış ve yakın tarihlerde muhtelif davaların iddianamelerine yansımıştır.

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 24-25. sayısında okuyabilirsiniz.

print