Tahsin Yücel’in Gökdelen Romanı’na bugünden bir bakış.1
Tahsin Yücel “Vatandaş” isimli kitabında yazdığı önsözde kitabının Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ını, Duhamel’in Salavin’lerinin, Camus’nün Düşüş’ünün arkasına takıldığını, birinci kişi ağzından ikinci kişiye yönelen canlı konuşmalar olduğunu, konuşmacılardan sadece birinin söyleminin verildiğini, ötekinin söylemi ve tepkilerinin ancak dolaylı biçimde, bu tek söylemin içinden yansıdığını belirtir ama bu arada “Yeraltından Notlar da, Düşüş de aynı zamanda dünyayı, insanı ve çağı yansıtmak isteyen yapıtlardır.” demektedir. Neden “… bu öykülerin anlatıcıları da belirli bir serüven anlatırlar bize, ama, bu arada, her şeyden söz edebilirler” demektedir Tahsin Yücel? Bireyin içsel dünyasını, kendi çelişkilerini, kendi kibirlerini ya da mağduriyetlerini, düzen ve dış dünya ile olan uyumsuzluğunu ve kavgasını konu edinen eserlerin sanki bu uyumsuzluklar ve kavgalar bireyin kendinden menkul özelliklermiş gibi görülen bir “bireysel roman” algısına karşı bir “ama” olduğunu düşünüyorum Tahsil Yücel’in “ama”sının.
Bugün de Türkiye’de roman kahramanı “bireyselliğe” ve “gündelik” olana o kadar indirgenmiş haldedir ki aslında Yeraltından Notlar’ın ya da Düşüş’ün aynı zamanda dünyayı, insanı ve çağı yansıtmak isteyen yapıtlar olduğu görülememektedir. “Dünyayı, insanı ve çağı yansıtmak istemek” sadece “gerçekçilik” akımının anlayışı olduğu sanılmakta ve tukaka edilmektedir. Ya da bir başka deyişle “birey”e dair anlatılanlar ile dünyanın, insanın ve çağın yansıtılamayacağı, bunların bir arada romana konu edilemeyeceği sanılmaktadır.
Tahsin Yücel ise romanlarında gerçekliği gözler önüne sererken, modern bireyin içinde bulunduğu düzenle olan kavgası ile içsel kavgasını bir arada dile getirmekten kaçınmaz. Yücel’in bu anlamda kullandığı araç “ironi”dir. İroniyi roman kişilerinin üstlendiği fonksiyonlarda ya da takındığı tavırda kullandığı gibi, anlatıcı aracılığıyla da kullanmaktadır. Gökdelen romanında ise romanın tamamı ironiktir. Yücel’in bu romanı 2006 yılında yayımlanır ve 2073 yılının Türkiyesini anlatmakta ve İstanbul’da geçmektedir. Romanın ana karakteri eski Marksist avukat Can Tezcan, Türkiye’nin en ünlü avukatlarından biridir. Üniversite yıllarında sol mücadelenin tanınan bir öğrenci önderi olduğu, polisin tabancasını belinden alıp polise doğrulttuğu o günleri hiç unutmaz. Tahsin Yücel de yazar olarak bize bunu hiç unutturmaz, Can Tezcan karakteri kapitalist (Tahsin Yücel’in Türkçesiyle anamalcı) düzenin içinde “eski” düşüncelerine karşıt olan düşüncelerin maşası ve temsilcisi oldukça “eski” mücadelesini hatırlayıp durur, “köşeye sıkışan bireyin dramını yaşarmış gibi yapar. Bilinçli olarak böyle bir eyleme başvuran kahraman, dramı yaşayan bir öznedir ancak o buradan kendisine pay çıkarmasını bilir ve o yönde hareket eder.” 2
Her şey İstanbul’u ikinci bir New York yapmaya çalışan, Karadenizli Müvekkili Temel Diker’in gökdelen dikmek için sahip olmak istediği araziyi sahibi Hikmet Öztürk’ün satmaması ve bunu da dava yoluyla gerçekleştiremedikleri için Can Tezcan’ın bu sorunu yargıyı özelleştirme fikri ortaya atarak çözmeye çalışmasıyla başlar. Her yeri büyüklü küçüklü gökdelenlerle dolu olan İstanbul’un bütünlüğünün kendisinden önce başkaları tarafından bozulduğunu söyleyen Niyorklu Temel, ona çağın gidişine uygun ve tutarlı yeni bir bütünlük vermek istediğini söyler. Niyorklu Temel’in ütopyasındaki kent insana geçmişi de geleceği de düşündürtmeyecek, onları sonsuz bir şimdiki zamanda yaşatacak bütünlükteki kenttir.3 Aslına bakıldığında Tahsin Yücel’in “bu insansız, zamansız, geçmişsiz ve geleceksiz kent” düşüncesi, her sokakta bir alışveriş merkezin mantar gibi bittiği, işçi sınıfının kent merkezlerinden kilometrelerce uzak getto bölgelerde yaşamaya itildiği günümüz için oldukça erken bir tespittir.
Eski Marksist avukat Can Tezcan yargının özelleştirilmesi fikrini önce “devrim” olarak nitelendirir. Ülkede her şey özelleştirilmişken, hukukçusundan polisine herkes özel eğitim kurumlarında yetiştiriliyorken, yargının hala bir devlet kurumu olarak kalmasını açık bir tutarsızlık olduğunu söyler. “Bugün yargı ne özel, ne kamusal. Daha doğrusu kimi zaman özel gibi görünüyor, kimi zaman kamusal. Ama daha çok özel. Her şey yönetimin, yönetimin bile değil, hükümetin başındaki adamın iki dudağı arasında. Yani kamusal görüntüsü altında özel, özelden de öte, bireysel. Yani yargının en yoz biçimi.”4 Can Tezcan bu tezini çevresindekilere anlatmaya çalıştığı gibi her defasında da kendisini ikna etmeye çalışır ama hep bir kararsızlık hissedilir Can Tezcan açısından. Oysa ortaya attığı fikir tutacak, yargı özel bir şirkete devredilecek, yargıyı eline alan şirketin kendi güvenlik teşkilatı dahi olacak, özelleşen yargı da yine sadece sermaye sahipleri için işleyecektir. İşçi sınıfından bile bahsetmek mümkün değildir, zira iş alanı o kadar daralmıştır ki işsizlik çok yüksek oranlardadır, insanlar çalıştığında dahi çocuklarını okula gönderebilecek kadar kazanamamaktadır. Bu nedenle Tahsin Yücel bir de “yılkı adamları”nı yaratmıştır. Kitap boyunca alttan alta işlenen bir “umuttur” yılkı adamları.5 Onlar kasabaların dışında, yarı aç yarı tok, yarı çıplak, bir zamanların yılkı atları gibi yaşarlar. Çocuklarını okula gönderemez, kendileri toplama çıkarma öğretirler. Yiyecek bir şeyler bulabilmek için doğaya sığınırlar ancak doğa da kurumaktadır.6 Yılkı adamlarının aslında kaybedecek hiçbir şeyleri yoktur.
Bu anlamda Tahsin Yücel siyasetin anamalın, sermaye sahiplerinin ve patronların güdümüne girmesini gerçekçi bir siyasal-toplumsal eleştiri olarak sunarken aynı zamanda “yılkı adamları” ile eşitsizliğin ortaya çıkardığı sınıfları ve umudun ve mücadelenin yolunu da göstermektedir.
“Yargının özelleştirilmesi” fikrinin mucidi Can Tezcan, özelleştirme gerçekleştirdikten sonra hayal kırıklığına uğrar ve yenildiğini anlar. Ancak ironik biçimde “doğruluğun peşinde oldukları ve ödün vermedikleri” için yenildiklerini düşünür. Yardımcısı (ve roman boyunca vicdanın temsilcisi) Sabri Serin, Can Tezcan’ın anlamadığı neden başarılı olamadığının nedenini söyler: “Siz hiç mi hiç güvenilmeyecek, üstelik size olmasa da dünya görüşünüze yüzde yüz karşıt, hatta düşman bir çevrenin ağır toplarıyla işbirliği yaparak daha iyi bir yargı düzeni kurmaya kalktınız”7
En nihayetinde özelleşen yargı Temel Diker’e Hikmet Öztürk’ün güvenlik kuvvetlerince öldürülmesi pahasına istediği eve sahip olmasını sağlar. Böylece Niyorklu Temel’in, annesi Nokta Hanım’ın yüzü suretinde Özgürlük Anıtı’nın Sarayburnu’na inşa etmesinin önünde hiçbir engel kalmamıştır. Hikayenin sonunda tam da Özgürlük Anıtı’nın açılışının olacağı büyük günde Can Tezcan, eski arkadaşı ve devrim yolundan dönmemiş Rıza Koç’u evinde sakladığı için eşi ve yardımcısı ile birlikte yurtdışına kaçacaklarken kitap boyu alttan alta bilgisi verilmiş şehrin dışına itilen yılkı adamlarının şehre yürüdüğünü görürler. Kitap böyle sonlanırken, yılkı adamlarının bu şehre dönüşünün sonucunu göstermez Yücel. Burada düşünmeyi okuyucuya bırakır, tüm kitap boyunca yargının özelleştirilmesi, hâkimlerin ve bütün yargı organlarının sermaye ile birleşmesi ve aslında bu şekilde asla adaletin olamayacağı bilgisini sezdiren yazar, bundan sonrası için mücadeleyi okuyucusuna bırakır.