Giriş
“Üniversite nedir? Ne yapar? Kimin içindir?” soruları son kırk yıldır üniversite ve yükseköğretim üzerine yazan, düşünen, araştıran kimselerin sıkça sorduğu sorular olageldi. Bu sorulara verilen yanıtlar farklı olsa da üzerinde anlaşılan nokta üniversitenin bir dönüşüm içinde olduğudur. Üniversitenin dönüşümü üzerine yapılan eleştirel tartışmalar üniversitenin şirketleşmesi, özelleşmesi, neoliberalleşmesi, pazarla bütünleşmesi, küreselleşmesi, bilginin ve eğitimin metalaşması, akademik özgürlüklerin ve özerkliğin yitirilmesi gibi konular ve kavramlar dolayımıyla yapıldı. “Neoliberal üniversite”, “girişimci üniversite”, “Üniversite A.Ş.”, “müşteri öğrenci”, “akademik kapitalizm”, “bilgi-temelli ekonomi” üniversitenin geçirdiği dönüşümü anlamak için geliştirilen kavramsallaştırmalardan birkaçı (Ercan ve Korkusuz Kurt, 2011; Nalbantoğlu, 2011; Peters ve Barnett, 2018; Slaughter ve Rhoades, 2010; Sotiris, 2013). Bu dönüşüm sonucunda üniversite hemen hemen her yönüyle kapitalist ilişkiler içine çekilip, bir kamu kurumu olma özelliğini ve kapitalizm öncesinde gelişen bir kurum olarak yüzyıllar boyunca edindiği göreceli özerkliğini yitirme noktasına geldi. Üniversitenin dönüşümünü anlamlandırma ve adlandırma çabalarına, ortaya çıkan yeni modele alternatifler geliştirme yolunda bir dizi tartışma yakın zamanlarda eklendi. Bu tartışmalara ve pratiklere örnek olarak ekolojik üniversite (Barnett, 2018) önerisi, kooperatif üniversiteler ve dayanışma akademileri deneyimi (Odman, 2018; Karapehlivan, 2018), üniversitenin dekolonizasyonuna yönelik tartışmalar ve hareketler (de Sousa Santos, 2017; Bhambra, Gebrial ve Nişancıoğlu, 2018) verilebilir.
2008’de kapitalizmin girdiği krizle birlikte neoliberalizmin sonu tartışmaları yapıldı. Krizle birlikte yaşanan gelişmeler neoliberal kapitalizmin sıkça dile getirilmeyen yönlerini bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi ve kriz neoliberal kapitalizmden otoriter neoliberal kapitalizme geçişin dönüm noktası oldu. Gerçeklik-ötesi [post-truth] çağı olarak da adlandırılan içinde bulunduğumuz dönemde, üniversiteye ve özellikle üniversite içinde geliştirilen eleştirel düşünceye ve muhalif akademisyenlere yönelik saldırıların yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Neoliberal otoriter ya da otoriter popülist olarak adlandırılan yönetimlerin iş başında olduğu Brezilya, Macaristan, Polonya, Türkiye, Fransa ve ABD gibi ülkelerde özellikle eleştirel ırk kuramı ve toplumsal cinsiyet çalışmaları alanlarının suçlulaştırıldığı, bu konularda çalışan akademisyenlerin tehdit edildiği, merkezlerin kapatıldığı görülmekte; insan hakları ihlallerine karşı sesini yükselten akademisyenler üniversitelerden uzaklaştırılmaktadır. Üniversitenin hegemonya mücadelesindeki yerini gösteren önemli olaylardan biri Türkiye’de son bir yıldır Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanmakta olan devlet müdahalesi ve öğrenci ve akademisyenlerin buna karşı geliştirdiği direniş olmuştur (Gambetti, 2022; Gökarıksel, 2022). İkinci yılını geride bıraktığımız Covid-19 salgını da üniversitenin toplumsal konumu, bilimsel bilgi üretimi, bilginin paylaşılması ve bilimsel bilgiye duyulan güven konularını yükseköğretim üzerine yapılan tartışmaların merkezine taşımıştır. Bilginin aktarılmasında dijitalleşmenin yoğunlaşması, üniversitelerde çalışma koşullarının ağırlaşması ve bu ağırlaşmanın özellikle kadın akademisyenler aleyhine olması gibi salgın nedeniyle yaşanan gelişmelerin, genel olarak eğitim, özel olarak da üniversite üzerinde önemli ve uzun dönemli etkileri olmasını beklemek yanlış olmaz.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 35. sayısında okuyabilirsiniz.