Giriş
Uzun yıllardır ülke siyasetinin ve hukukçularının üzerinde bir siyasal rejim heyulası dolaşıyor. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından kabul edilen 1982 Anayasası’ndan itibaren Türkiye’deki siyasal rejimin niteliği, birçok tartışmaya konu olmuş ve Anayasa’nın bazı düzenlemeleri kafalarda farklı sorulara ve yorumlara yol açmıştı. 1982 Anayasası’nın hangi siyasal rejimi öngördüğü Cumhurbaşkanının geniş yetkileri dolayısıyla tartışmalara konu olmuştu. Bu tartışma özellikle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören 2007 Anayasa değişikliği ile başka bir biçime büründü. Cumhurbaşkanının ilk defa halk tarafından seçildiği 2014 yılı itibariyle de birçok anayasa hukukçusu açısından Türkiye, artık anayasal gerçeklikte de bir yarı başkanlık rejimine sahipti. 2017 Anayasa değişikliği ise Osmanlı- Türk anayasal gelişmeleri açısından bir kopuş yarattı. Öyle ki bu değişiklik sonucunda Türkiye’de ilk defa bir “başkanlık rejimi” inşa edildi.
Yasama ve yürütme erklerinin birbirinin görevine son verebildiği ve yasamanın yetkilerinin önemli ölçüde ortadan kaldırıldığı kendine özgü bir başkanlık rejimiydi bu. Yasama ve yürütmenin işlemleri arasındaki farklar belirsizleşmişti. Örneğin Cumhurbaşkanının çıkarmış olduğu Cumhurbaşkanlığı kararnameleri her ne kadar kanun altı olarak gösterilse de anayasal gerçeklikte kanun etkisine sahip olabiliyordu. Uzun yıllara dayanan tarihi mücadelelerle elde edilen bütçenin parlamento tarafından belirlenmesi ilkesi dahi ortadan kaldırılıyordu. 2017 Anayasa değişikliklerinin Osmanlı-Türk Anayasal gelişmeleri açısından bir geriye gidiş olduğu açıktı. Bu durumun geniş muhalefet cephesinde bir tepki yaratmaması imkansızdı.
Nitekim o cephenin bileşenlerinden biri olan Altılı Masa, 28 Şubat 2022 tarihinde güçlendirilmiş parlamenter rejime dönüş vaadi ile toplumun karşısına çıktı. Bu tarihten dokuz ay sonraysa Anayasa değişikliği önerisi taslağını kamuoyuna duyurdu. Bu taslak siyasal rejim değişikliğini merkeze alsa da4 bununla sınırlı değil. Taslak, Anayasa’nın 80’den fazla maddesinde değişiklik öngörüyor. Bu yazı kapsamında söz konusu değişikliklerin siyasal rejim ve temel hak ve özgürlükler ile yargı organına bakan yönüne değinmeye çalışacağım.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 38. sayısında okuyabilirsiniz.