İlke diye pazarlanan ‘tarafsızlık’ kavramının ortada var olan tarafları ve bu taraflar arasında süregelen mücadeleyi gizlemeyi hedeflediğini bilerek ve buradan hareketle gazetecinin taraflı olduğunu başa yazarak, basın özgürlüğünü kısıtlayanın ne olduğunun farkındayız. Ancak gerçeği asıl sahibi olan halkla buluşturmak için attığımız her adım, gösterdiğimiz her çaba bir gün o özgürlük sınırlarını çizenin emekçi halk olmasını sağlayacak. İşte o zaman özgürlükten gerçek anlamda bahsedeceğiz.
“Basın özgürlüğünün sınırları nerede başlar, nerede biter, gazeteci ne kadar özgürdür, Türkiye’de basının karnesi nasıl” tüm bu soruları yanıtlamadan önce bir şerh düşmekte fayda var; o da gazetecinin tanımı. Gazeteci, gerçeği asıl sahibi olan halkla buluşturmak gibi çok temel bir misyonu yerine getirmekle görevli bir anlatıcıdır aslında. Bu yüzden gazetecinin özgürlük alanını çizen, gerçeğin kime ait olduğudur. Gazeteciliğin yasama- yargı ve yürütmenin yanında dördüncü denetleyici devlet gücü olarak tanımlanması özgürlük alanını çizme tasarrufunun hangi sınıf elinde olduğunun da bir göstergesidir.
Emperyalizme bağımlı kapitalist bir ülke olan Türkiye üzerinden özetleyecek olursak, basının özgürlük alanını belirleyen sermaye sınıfı ve -iktidar olsun olmasın- onun siyasi temsilcileridir. FETÖ ve ABD ile birlikte aslında de facto bir koalisyon hükümeti olarak 2002’de iktidara gelen AKP’nin rejim değişikliği konusunda üstlendiği misyon ile beraber basının özgürlük alanı daha da kısıtlanmış olsa da, Türkiye’de basının sınırlarını çizen her zaman sermaye sınıfı olmuştur. Cumhuriyetin emperyalistlerin isteği doğrultusunda Türkiye sermaye sınıfı ve gericiler eliyle yıkılarak, 2. Cumhuriyet adı verilen yeni rejimin inşasına sahne olan içinden geçtiğimiz bu olağanüstü süreçte mesleğini icra etmeye çalışan gazeteciler açısından baskının bizden önceki meslek büyüklerimize göre biraz daha sert olduğunu söylersek sanıyoruz abartmış sayılmayız.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 23. sayısında okuyabilirsiniz.