Birlikte Mücadele

Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin ve dolayısıyla demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Yargı bağımsızlığı, iktidarlardan beklenilmekle gerçekleşebilecek bir konu değildir. Aksine iktidarlardan beklenilmekle gerçekleşemeyecek bir konudur. Çok geniş bir alanı ilgilendiren bu konuda neler yapılmalıdır sorusuna, bu yazıda yargıdaki meslek bileşenleri yönünden yanıt aranacaktır.

Hukukun üstünlüğü, bir hukuk devletinde herkes için, devletin her birimi ve egemenliği kullanan her erk için söz konusu olan bir konudur. Sadece yargı alanında kalan bir konu değildir. Yargının bu alandaki önemi ise, aynı zamanda bir denetim mercii olarak son sözü söylemesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum, yargı iktidarı anlamında olmayıp, hukukun üstünlüğünün bir gereğidir.

Hukukun her alanda etkin ve egemen olması, bu nedenle herkes için güvence oluşturması gereği tartışmasızdır. Ancak, hukukun üstünlüğü yerine, gücün hukukunun etkin ve egemen kılındığı; hukukun, iktidardaki gücün bir silahı haline dönüştürüldüğü, yargı organlarının da varlık nedenlerinin ötesine taşınıp, bu yolda kullanıldığı bir dönemi yaşamaktayız. Ülkemizde bu durumu yaşatan, kuşkusuz baskıcı ve olağanüstü yönetimlerdir. Bu durum zaten baskıcı ve olağanüstü yönetimlerin en karakteristik niteliği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yargı bağımsızlığı, her zaman için olmazsa olmazdır. Bu durumun önemi olağanüstü dönemlerin, baskıcı yönetimlerin yaşandığı dönemlerde kendisini çok daha fazla hissettirmektedir.

Yargının, varlığı gereği bağımsız bir duruş sergilemesi demek, hukukun üstünlüğünü gerçek anlamda etkin ve egemen kılması anlamına gelmektedir. Olağanüstü dönemlerde, baskıcı yönetimlerin yaşandığı dönemlerde, yargının böyle bir duruş sergilemesi demek, bu dönem ve yönetimlerin sonu anlamına gelmektedir ki, bugüne kadar ülkemize yargı, varlık nedeninin gereği olarak bu duruşu sergileyememiştir.

Olağanüstü dönemlerin, baskıcı yönetimlerin akılda kalan yönleri, yargı organlarının o dönemlerde hemen gücün silahı haline dönüşmesi, bunun da yol açtığı ve ortaya çıkan yargılamalar olmaktadır. 12 Mart dönemine, 12 Eylül dönemine, 2010 öncesi ve sonrasına bakıldığında akılda kalanların yargılamalar olması bu nedenledir.

Böyle bir tablodan çıkış, yargının varlık nedenine uygun hareket etmesi ile hukukun üstünlüğünün etkin kılınması ile olanaklıdır. Hukuk denilince kuşkusuz evrensel hukuk yanında akla iç hukuk gelmektedir ki, evrensel hukuk iç hukukun da bir bölümünü oluşturmaktadır.

Hukuk kavramına, artık gücün iradesi, gücün yansıması olarak bakmamak gerekmektedir. İnsanlık tarihinin ortak mirası olarak sahip olunması gereken hak ve özgürlükler, insan olmak nedeniyle sahip olunması gereken dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez hak ve özgürlükleridir. Yani insanı insan yapan, insan hak ve özgürlükleridir. Bu hak ve özgürlükler, aynı zamanda evrensel hak ve özgürlükleri oluşturmaktadır. İşte bu evrensel hukuku oluşturan da, gücün iradesi değil, insanlığın mücadelesidir. Bu hak ve özgürlüklerin her durumda etkin ve egemen kılınması, olağanüstü dönem ve baskıcı yönetimlerin geçerli olduğu dönemlerde içine itildikleri tabloda yargı organları tarafından yerine getirilmemektedir.

Olağanüstü dönem ve baskıcı yönetim dönemlerinde, iç hukukta yapılan diğer düzenlemelerde zaten bu anlayışı yansıtır biçimde karşımıza çıkmaktadır. Yargı aynı tutumunu burada da sergilemektedir.

Olağanüstü dönemler ve baskıcı yönetimlerin böyle uygulamalarını da kapsayacak biçimde, yargı bağımsızlığı yönünden daha etkin ve kalıcı bir mücadeleye gereksinim duyulduğu, bu tabloda yıllardır yaşananlara bakılınca kendisini açıkça göstermektedir. Bu mücadelenin, her meslek bileşeninin kendi alanında yapması yanında, ayrıca bir araya gelerek yapılacağı, ortam ve yapılanmalar söz konusu olmalıdır. Bu durum, yargı bağımsızlığının sağlanması ve yaşatılması ve bunun da kalıcılaştırılması için zorunludur.

Avukatlar, meslek örgütleri olan barolar yoluyla, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı için mücadelelerini ortaya koymaktadırlar. Bunun için nasıl bir avukatlık, nasıl bir savcılık, nasıl bir yargıçlık sorusu da yanıtlanarak mücadele yürütülmektedir. Barolar yönünden ortaya konulan mücadele önemli ise de, tek başına yeterli olmamaktadır.

Yargıç ve savcılar yönünden, yıllardır “yargıç kararıyla konuşur” sözü ülkemizde tek davranış kuralı gibi dayatılmış, yargıç ve savcıların örgütlenme özgürlüğü görmezden gelinmiş ve yok sayılmıştır. Kuşkusuz görülmekte olan dava ve soruşturmalar konusunda, hukuk sistemini tartışmanın ötesinde, somut olay hakkında yargıç ve savcıların konuşması elbette düşünülemez. Yargıç ve savcıların bağlı oldukları kuralların sorgulanması ve tabi tutuldukları uygulamalar konusunda, tüm sorunların yargı bağımsızlığı gereği olarak aşıldığı bir ülke söz konusu olmadığı gibi, yaşanılanlara bakılınca bu durumun ülkemizde de olmayacağı ortadadır. Bu nedenle ülkemizde yargıç ve savcılar yönünden son on yıllık süreçte mesleki örgütlenme hareketi başlatılmış ve sivil ve serbest iradeyle, dernek olarak yine sendika olarak örgütlenmeler kurulmuştur.

1985 tarihli BM Yargı Bağımsızlığı Temel İlkelerinde, yine 2003 tarihli BM Bangalor Yargı Etiği İlkeleri’nde, yargı bağımsızlığı için örgütlenme gereğine özellikle değinilmiştir. Bir yargıcın, mesleği ile ilgili örgütlere katılabileceğine vurgu yapılmıştır.

Yargıçlık ve savcılık farklı meslekler olmasına rağmen, 12 Eylül döneminden bu yana ülkemizde, bir meslek içinde iki ayrı görev gibi yürütülmektedir. Savcılığın farklı bir meslek olarak kabulü ve buna göre uygulama yapılması gereği zorunludur. Ancak bu durum, mesleklerini etki altında kalmadan yürütebilmeleri için, yargıçlarla ilgili hükümlere bağlı olmaları yönünden bir sorun oluşturmamaktadır.

Yargıç ve savcıların, yargı bağımsızlığını egemen güçlerin sağlamasını beklemeden, bu konuda yaşadıkları sorunları ortaya koyarak verecekleri örgütlü mücadele, bir demokratik hukuk devletinde hukuk ve demokrasiye uygun olan ve de en etkili yöntemdir. Aynı durum kuşkusuz avukatlar için de geçerlidir.

Yargıç, savcı ve avukatların ortaya koyacakları bu mücadele, hem çalışma koşullarını, hem tabi oldukları kuralları ve hem de yargı bağımsızlığını sorgulayan, bu konuda yaşanan sorunları aşmaya yönelik bir mücadele olacaktır. Her üç meslek bileşeni örgütlerinin, ayrı ayrı verecekleri mücadelenin önemi bir yana, ortak konu ve sorunlarda, ayrıca dayanışma niteliğinde de birlikte verecekleri mücadele de ayrıca etki yaratacaktır.

Bu nedenle yargıç, savcı ve avukatların kendi mesleki örgütleri yoluyla mücadele vermeleri yanında, örgütlerinin birlikteliklerini sağlayacak ortamların ve de yapıların yaratılması ayrıca önem taşımaktadır. Bu durum, yargı ve hukuk mücadelesinde ayrı bir etki yaratacak, yeni bir pencere açacaktır.

Barolar yoluyla savunma konusunda verilen mücadele ve kazanımlar ortadadır. Yargıç ve savcıların on yıllık örgütlenme sürecinde, örgütlerinin karşılaştıkları her türlü soruna rağmen, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü adına bir kısım kazanımlar yaratıldığı da ortadadır. Özellikler yargıç ve savcıların örgütlenme sürecinin başlatıldığı dönemde, ortak platformlar yaratılarak, barolar ve Türkiye Barolar Birliği ile birlikte 2006-2007 yıllarında verilen ortak mücadele ve dayanışma, yargıç ve savcı örgütlerinin kuruluş sürecinde bazı ezberlerin bozulması yönünden hafızalardadır.

Demokratik bir hukuk devletinde, hukuk ve demokrasiye ulaşmanın etkin yolu, kuşkusuz örgütlenme ve örgütlü mücadeleden geçmektedir. Bu bağlamda, yargının her alanında yaşanılan sorunların, her bir meslek yönünden ayrı ve ayrıca ve de bir bütünün parçalarını bir araya getirerek topluca ve bir bütün halinde görülebilmesi için, yargıç, savcı ve avukat örgütlerinin mücadelesine ve de ortak mücadele alan, ortam ve yapılanmalarına gereksinim bulunmaktadır. Artık bunun yol ve yöntemleri üzerinde durulmalıdır.

Bu bağlamda bir bütünün dışında bırakmamak için, uygulama ile akademik kadronun da bir araya getirilmesi, mücadeleye ayrı bir boyut ve etkinlik katacaktır. Uygulama meslekleri olan yargıç, savcı, avukat örgütleri yanında, akademik kadronun da bu örgütler içinde ya da ayrı bir örgütle mücadele vermeleri önem taşımaktadır.

Yargının erk olması, ulus adına yetki kullanması, bu durumun hukuk ve demokrasiyi yaşatma ve hukukun üstünlüğü yönünden önemi gözetilince, belirtilen meslek gruplarının hem ayrı ayrı örgütlü olarak, hem de bu örgütleri bir araya getirerek bir mücadele ortaya konulması gereği ortaya çıkmaktadır. Yapılacakları, örgütlü veya örgütsüz olarak uzaktan izlemeyip, hukuk ve demokrasinin gereği olarak, hukuk ve demokrasi içerisinde örgütlü bir mücadele adımlarının atılması yoluna gidilmelidir. Ortaya konulacak mücadele, hukuk ve demokrasinin ne içerikte yaşanacağını da etkileyecek bir durumdur.

Ülkede, demokrasinin iktidara göre tanımlandığı, hukukun iktidarın silahı haline geldiği gözetilince, yargı alanında böyle bir mücadelenin ortaya konulmasının ve bu kapının aralanmasının, hukuk ve demokrasi mücadelesi için yeni bir boyut yara
tacağı kuşkusuzdur.

print