Cumhuriyet’in 100. Yılında Medeni Kanun

4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren 743 sayılı Türk Medeni Kanunu (Türk Kanun-u Medenisi), Cumhuriyet’in ilanı sonrasındaki hukuk devriminin en önemli parçalarındandır. Bu adımın değerini kavrayabilmek için şüphesiz geriye bakmak gerekir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun hukuk düzeninde, din, devlet ve hukuk bütünleşikti. Kişiler arasındaki ilişkiler İslam’ın fıkıh kurallarına (şeriata) göre biçimlenmiş, nikah, boşanma, nafaka, miras, sözleşme, faiz, sigorta gibi konular dinsel kurallara bağlanmıştı. Kişilik, eşitlik ve özgürlük kavramları yerine; kulluk, yasaklar, buyruklar, ayrıcalıklar ve fermanlar hüküm sürmekteydi. Ulemanın karşı çıkması ve baskısına rağmen kabul olunan Tanzimat’la özel hukuk alanında bazı kanunlaşma hareketleri başlamış, 16 kitaptan oluşan Mecelle’nin (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye) kitapları münferit şekilde 1869-1876 yılları arasında kanunlaştırılmıştı. “Görünüşte” bağımsız nitelikte olan kanun, fıkıh kurallarından arındırılamadı. Şer’iye Mahkemeleri şeriat esaslarına göre muhakeme etmeye devam etti. Kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku ve eşya hukukunun büyük kısmını kapsamadığı gibi özellikle hak ehliyetinde eşitlik ilkesinden, irade özerkliğinden, sözleşme serbestliği ilkelerinden uzak kalan, kadının ehliyetinin sınırlı olduğu, kocanın kadına, erkek çocuğun da kız çocuğa oranla mirastan iki misli pay alması gibi kurallara sahip Mecelle’nin Cumhuriyet’in hedeflediği sosyal yapıyla bağdaştırılması mümkün değildi. Cumhuriyet’in benimsediği model ile medeni hukuku devletten ve dinden tümüyle ayırmak kaçınılmaz hâl almıştı. Lâik esaslara dayanmak isteyen yeni devletin hukukunun dini esaslara bağlı kalması, devrimin ruhu ve zamanın ihtiyaçları ile bağdaşmamaktaydı. Bu nedenle kodifikasyon çalışmaları başlamış ve İsviçre Medenî Kanunu “dünya Medenî Kanunları içinde en yenisi, anlaşılması en kolayı, en demokratı ve en pratiği olduğu” gerekçesi ile iktibas (resepsiyon) edilmiştir. 1926 yılında Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile eski hukukun tamamıyla kaldırılması ve Roma hukuku ile Pandekt hukuku esaslarına uzanan yeni bir hukukun kabul edilmesi amaçlanmıştır. İmre’nin deyimiyle bu, “özel hukuk tarihinde görülen en büyük ve en dikkate değer ve diğer taraftan da en cesur bir inkılâp hareketidir”. Siyasal-kamusal kazanımlar 1921 ve 1924 Anayasaları ile, sivil toplum-özel hukuk alanındaki kazanımlar ise 1926 tarihli Medeni Kanun ile elde edilmiştir. Bu sefer Serozan’ın ifadesiyle “bu Kemalist devrimle birlikte siyasal-kamusal yaşamda kul yurttaşa dönüşürken, sivil-özel yaşamda da ırgat, maraba ve yanaşma ‘işçiye’, cariye ve avrat ‘kadına’, veledi zina da ‘evlilik dışı çocuğa’ dönüşmüştür”.Aynı zamanda bu, bireyin hukuki kişiliğini ve hak ehliyetini kazanmasıdır. Lâiklik ilkesinin esasıyla, din kuralları hukuk kurallarından arındırılmış; tek eşlilik, resmi nikah, eşit miras hakkı, kadına boşanma hakkı, mahkemelerde eşit tanıklık hakkı, ana ve babaya çocuğun dini eğitimini belirleme hakkı tanınmıştır. Kanun taslağının genel gerekçesi içerisinde olan ancak daha sonra taslaktan çıkartılan kısımda (sadeleştirilmiş) şu ibareler yer almaktaydı: “Mecelle’nin kaidesi ve ana hatları dindir. Halbuki, insan hayatı, her gün hatta her an esaslı değişimlere maruzdur. Bunun değişikliklerini, yürüyüşünü hiçbir zaman bir noktada tespit etmek ve durdurmak mümkün değildir. Kanunları dine dayalı olan devletler kısa bir zaman sonra memleketin ve milletin taleplerini tatmin edemezler. Çünkü dinler, değişmez hükümler ifade ederler. Değişmemek, dinler için bir zarurettir… Dinin, hüküm halinde kanunlara girmesi tarihin seyrinde çoğunlukla hükümdarların, zorbaların, kuvvetlilerin keyfi arzularını tatmine vasıta olmasını gerektirmiştir. Özellikle çeşitli dinlere mensup tebaayı ihtiva eden devletlerde tek bir kanunun bütün camiada uygulanabilme kabiliyetini kazanabilmesi için bunun din ile münasebetini kesmesi milli hâkimiyet için de bir zorunluluktur. Çünkü kanunlar dine dayalı olursa ve vicdan hürriyetini kabul mecburiyetinde bulunan devlete, çeşitli dinlere mensup olan tebaası için ayrı ayrı kanun yapmak icap eder. Bu hal günümüz devletinde esas şart olan siyasi, sosyal ve milli birliğe tamamen aykırıdır. Hatırlamak gerekir ki; devlet yalnız tebaası ile değil; ecnebilerle de temastadır …”

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 38. sayısında ulaşabilirsiniz. 

print