Hukuk defterlerinin okuyucuları “hukuk sopası” tanımlamasına yabancı sayılmazlar. Hukuk, modern tarihsel gelişim içerisinde egemenin bir zırhı olageldikçe zırhını kuşandığı ne varsa bir sopa olarak da kullanmıştır. Anayasalardan en ufak bir yönetmeliğe kadar egemen sınıfın çıkarlarını korumak üzerine şekillenen hukuk; adalet, eşitlik ve özgürlük gibi kavramları kendi koruduğu bu çıkarlara hizmet ettiği ölçüde gündeme getirmiştir. Elbette burada sözü geçen günümüz itibariyle ve adlı adınca burjuva hukukudur.
İçinden geçtiğimiz günlerde ise hukukun önüne AKP ismini getirmek sanırım yanlış olmayacaktır. AKP hukuku, AKP’nin ülkeye dönük hedef ve planları doğrultusunda ses düzeyi ayarlanan bir enstrümana dönüşmüş ancak bu enstrüman on yılı aşan bir süredir sürekli çalan bir davul haline çoktan gelmiştir.
15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte “güne resmi gazete okumakla başlayanlar ülkesi’’ haline gelen ülkemizin yıllanmış iktidarı Allah’ın lütfu olarak kabul ettiği darbe girişimini kendisi açısından “berekete” dönüştürmek için hiçbir yolu es geçmemektedir. Yolun başı OHAL, zemini KHK, çıkış noktası ise başkanlıktır.
Fethullah Gülen cemaati ile tutuştuğu iktidar kavgasında galip gelen AKP’nin, bu galibiyeti darbe fırsatçılığına dönüştürmüş olduğu açıkça görülüyor. Her güvenlik zirvesi ya da KHK sonrası haberlerde dörtlü haneleri bulan meslekten ihraç ya da uzaklaştırma rakamları telaffuz edilirken, OHAL’in uzatılması bayatlamış bir propagandaya dayandırılıyor: Darbe girişimi, terör ve çalışmaların devam etmesi…
Ve her geçen gün bir önceki güne neredeyse rahmet okutuyor… Zira AKP, kendi darbesini elindeki hukuk sopası ile birlikte ülkeye ve halka indiriyor. Ülkenin sahibi olmak için yurtseverlere, üniversiteleri yönetmek için akademisyenlere, belediyeleri yönetmek için seçilmişlere ve aydınlara cezaevinin yolu gösteriliyor.
Meslekten ihraç edilenler arasında, üniversitelerde asistan kıyımına karşı mücadele verenler ve 50-d mücadelesinde sendikal kimliklerinin de gereği olarak çalışmaya öncülük eden genç bilim insanları yer alıyor. Meslekten ihraç edilenler arasında cemaatin örgütlenemediği tek il olan Tunceli’de akademisyen olan Candan Badem yer alıyor. Meslekten ihraç edilmekle kalmayıp cezaevine atılan yazılarıyla da dergimize katkı sunan YARSAV Başkanı Murat Aslan yer alıyor. Derneklere kilit vurulurken, toplantı ve gösteri hakkı ortadan kaldırılıp, parti genel başkanları tutuklanıyor. AKP, hukuku, bir jet uçağından atılan bombadan da tehlikeli ve yok edici bir şekilde kullanıyor.
Bu fırsatçılık, gece yarısı meclis gündemine alınan önergelerle de kendini gösteriyor. Yazının kaleme alındığı sıralarda, tecavüz edenin evlenmesi halinde kendisine uygulanacak af ile ilgili tasarı utanmazca Adalet Bakanı tarafından savunuluyor. Yıllardır hem patronların hem de AKP’nin gündeminde olan ve tepkilerden çekinildiği için gündeme hep getirilip sonra soğumaya bırakılan kıdem tazminatı hakkına ilişkin saldırı, yasa tasarılarıyla yeniden ısıtılıyor. Asgari ücret fazla bulunuyorken zam rekorları kırılıyor ve ülke her gün biraz daha savaşın ortasına sokuluyor…
Yöntem başkanlık, amaç tasfiye…
Her sağ iktidar gibi AKP’nin de cemaatlerle, tarikatlarla gerçek bir mücadele vermesi mümkün olamaz. Gericilik cemaatsiz, tarikatsız, faşist partisiz, patronsuz yaşayamaz. Ancak bugün, Haziran Direnişinin ışığında hala tüm baskılara rağmen boyun eğmeyenlerin var olduğu ülkemizde iktidar açısından mesele bir dönem daha iktidarda kalmak değil, cumhuriyetin kazanımlarından arındırarak ülkenin karanlık bir çuvala sıkıştırılması ve yönetme yolunun ancak bu şekilde bulunmasıdır.
Adı Başkanlık Sistemi olarak konmuş bu yola, sermaye sınıfı karşı çıkmamakta “Demokrasi kazansın” oyununu oynamakta, MHP yedek lastikliğe soyunmakta, diğer meclis muhalefeti ise önce “Barış Süreci” daha sonra ise “ Yenikapı Ruhu” kesişmeleri sonucunda kaptırdığı kolunu geri almakla meşguldür. Anayasaya aykırı bir şekilde süren fiili başkanlık en asgari düzeyde anayasal hale getirme, en azami düzeyde ise ülke bölünür mü tartışması ekseninde ilerlemektedir. Kimse tek adam yönetimi olur mu, Anayasanın hükmü kalır mı, yargı bağımsızlığına kavuşur mu sorularını dahi sormamaktadır. Zira bu soruların cevabı fiilen zaten Cumhurbaşkanı tarafından verilmektedir.
AKP, Başkanlığın OHAL döneminde gündeme tekrar getirilmesi ve yine OHAL koşullarında gerçekleşeceği tahmin edilen bir referandum ile yüklerinden kurtulma hazırlığına girmiştir. AKP bu anlamda, en büyük darbe fırsatçılığı örneğini Başkanlık referandumu ile verecektir.
Başkanlık ise, sadece en basit ve temel doğrularımız açısından değil, ortada bir hukuk bırakmaması açısından dahi karşı çıkılması gereken bir rejimdir. Diğer taraftan, AKP’nin seçim barajının yüksek olduğunu hafiften dillendirmesinin altında ise zaten meclisin anlamının ortadan kalkacağı gerçeği yatmaktadır.
Damarlarında ilericiliği ve aydınlanmayı barındıran toplumumuz AKP’nin yaşam damarlarını bu tarihsel nitelikleriyle tıkamakta, AKP ise bu tıkanıklığı başkanlık enjektörüne güvenerek aşmaya çalışmaktadır. Başkanlık Rejimi ile birlikte OHAL ya da KHK’lara zaten gerek kalmayacak, keyfi bir başkanlık hukuku gündeme gelecektir.
Boşverin Anayasa Mahkemesi’ni...
KHK’ların iptaline ilişkin yapılan başvuruda, AYM’nin bu konuda kendi yetkisinin bulunmadığına ilişkin karar verdiğini biliyoruz. Cumhurbaşkanın karşısına çıkınca önünde ilik olmayan bir cüppeye elini düğme yapanların almış olduğu bu karar kadar trajik bir karar halkın aklı ile dalga geçmekten öteye gitmiyor elbette.
Açıkça görülüyor ki KHK’lara, darbe fırsatçılığına, Başkanlığa karşı anlamlı, sonuç alıcı ve en güçlü yol, akla ve halka başvurmaktır. Başkanlık sistemine karşı verilecek örgütlenmiş bir mücadele, AKP’nin yerleştirmeye çalıştığı II. Cumhuriyet düzenine büyük bir tokat olacaktır.
Darbe hukuku da buraya kadardır. Hukukçular ise bu mücadelenin örgütlenmesine dair yapabileceklerini hızlıca tartışmaya başlamalıdır.