6 Şubat 2023 tarihinde ardı ardına gerçekleşen depremler sonrası yaklaşık üç gün deprem bölgesinin değişik alanlarına ve özellikle köylere arama kurtarma ekiplerinin ve yardımların ulaşamaması, onlarca insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. AFAD yardımlarının ve yetişmiş arama kurtarma ekiplerinin sayılarının azlığı, Türk Kızılayı’nın günlerce ortadan kaybolması ve sonrasında AHBAP ve diğer yardım kuruluşlarına çadır sattığının ortaya çıkması, binlerce kişinin kimlik tespiti yapılmadan kefensiz gömülmeleri ve deprem bölgesinde bulunan askerlerin alana çıkarılmaması gibi örnekler, sahada yardım çığlıkları atılırken o “muktedir, güçlü” devletin ortadan kaybolduğunu gösterdi.
Depremden aylar geçmesine rağmen çadır ve konteyner kentler usulüne uygun ve talep oranında kurulamadı. Bunun yanında kurulan çadır ve konteyner kentlerde hijyen, su, temel gıda gibi en temel ihtiyaçlara ilişkin sorunlar hâlen bulunmakta. Hatay Samandağ’da asbestli deprem molozları çadır kentin tam karşına yığılmış durumda. Uzmanlar, Samandağ’ın merkezinde, çadırların tam karşısına yığılan bu molozların hızlı bir biçimde kaldırılmaması hâlinde bölge halkının başka halk sağlığı sorunları ve hastalıklara maruz kalmalarının kaçınılmaz olduğunu açıkladı.
Tüm bu süreç, uzun süredir tek adamlı otoriter rejimle yönetilen Türkiye’de anayasayla güvence altına alınan temel değerlerin ortadan kalktığını gösterdi. Bunun yanında “nerede bu devlet?” sözüyle hatırlanan meşru taleplerdeki “devletin” sadece tek adama yakın çıkar gruplarının sermaye birikiminin arttırılması dışında hiçbir işe yaramadığını gösterdi.
Günümüzde demokrasi dışı rejimler belli gruplara ayrılarak sınıflandırılıyor. Akademik çalışmalarda yoğun bir biçimde ana kaynak olarak kullanılan Xavier Marquez’in Demokrasi Dışı Siyaset Otoriterlik, Diktatörlük ve Demokratikleşme kitabında demokrasi dışı rejimler tek adamlık ve kurumsal kontrol olarak ikiye ayırıyor. Bu iki rejim kendi içinde başka bir sınıflandırmaya daha tabi tutuluyor. Seçimler, iktidar için verilecek mücadele biçimleri ve iktidarın kazanılmasına ilişkin engeller ve kontrol mekanizmalarının kullanılışlarına göre, demokrasi dışı rejimler; rekabetçi otoriter, otoriter, teokratik ve ideokratik olarak sıralanıyor.[1]
21 yıllık AKP hükümetleri dönemlerinde AKP’nin değişik biçimlerde yukarıda sıralanan sınıflandırmaların alanlarına giren uygulamalara imza attığını biliyoruz. Her ne kadar AKP’nin güncel konumu için doğrudan bir tarif ya da reçete verilemese de Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin artık tek adam rejimiyle yönetildiğini söylemek çok da zor değil.
Tek adamlı rejimlerin kendilerine has siyasi pratikleri aslında Türkiye’de deprem sonrası “devletin” nasıl ve neden ortadan kalktığını, afet durumlarında ihtiyaç sahiplerine verilecek çadırların nasıl satıldığını ya da askerin neden ikinci günden itibaren sahra hastanesi ya da yemekhane kurmayıp, kışlasında oturma emri aldığını gösterir.
Marquez’e göre demokrasi dışı siyasetin uygulama alanlarından biri tek adamcı rejimi meşrulaştırıcı normların ve kurumların kurulmasıdır. Bu normlar ve kurumlar aslında sadece olağan dönemlerde değil ve fakat olağanüstü durumlarda tek adamların ağzından çıkacak olan tek bir söz ile hareket edilmesinin önünü açar. Buna verilecek en iyi örneklerden biri Afet ve Acil Durum Başkanlığı’dır (AFAD). Çünkü AFAD’ı ortaya çıkartan mevzuat ya da yasal zemin afet durumunda tek adamcı rejimin ağzından çıkan emirler dışında herhangi bir devlet kurumunun harekete geçmesini engeller ya da devlet kurumların koordinasyonunun ortaya konulmasını engeller. Çünkü AFAD afet öncesi ve sonrasında devlet tarafından yerine getirilecek bütün idari eylem ya da işlemlerin tek elden, İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülmesinin önünü açan bir başkanlık olarak tasarlanmıştır. AFAD, 2009 yılında, 1999 depremindeki organizasyon sıkıntısı bahane edilerek ve İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Başbakanlık’a bağlı Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kapatılması sonrası 29.5.2009 tarih ve 5902 sayılı kanunla yürürlüğe giren bir başkanlık olarak karşımıza çıkmıştı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra AFAD, 15 Temmuz 2018’de, İçişleri Bakanlığı’na bağlandı.[2] Bu sayede AFAD, daha önceden birden çok bakanlığın değişik uzmanlıklar üzerine kurduğu teşkilatlarını birleştirerek sadece İçişleri Bakanlığı’nın emir ve talimatları doğrultusunda hareket eden bağımsız bir kurum olarak yapılandırıldı. Ancak tüm bu yapılandırılmış gücüne rağmen Şubat 2023 depremlerinde AFAD personel, ekipman ve hız bakımından geri kaldı. Deprem sonrası 10 ilde ilk üç gün sadece belli başlı enkazda yeterli ekipmana sahip AFAD personeli çalıştı. AFAD’ın yeterli olamayacağı anlaşıldığında ise Türkiye genelindeki yerel yönetimlerin arama kurtarma ve itfaiye ekipleri bölgeye sevk edilerek daha yaygın bir çalışma yapılması amaçlandıysa da deprem sonrası ilk saatler kaçırıldığı için çoğu insan soğuk ve açlık nedeniyle hayatını kaybetti. AFAD tek adamcı rejimin tek yetkiliye bağlı emir mekanizmasının işlerliği amacıyla kurulan bir kurum olduğundan afete bağlı gelişen çetrefilli sorunlara çözüm üretemedi. Oysa deprem gibi afetler sonrası inşaat araçlarının bulunması ve kullanımı, ilk yardım ve sağlık hizmetlerinin sağlanması, güvenlik ve temel ihtiyaçların karşılanması gibi birçok unsuru bir arada toplayan ve ancak birden çok devlet mekanizmasının işletilmesiyle ortaya konacak eylemlerin yapılması gerekmekteydi. Ancak afet durumlarında tek uzmanlık kurumu olarak AFAD’ın yetkili kılınması, bunun karşısında AFAD’ın görevlerini yerine getirmesi için tek adam rejiminin olurlarının aranması ülkeyi bu sonuca götürdü.
Tek adamın kendi rejimini meşrulaştırdığı normlar ve kurumsal çalışmaların deprem özelindeki bir başka örneği AKP’nin ilk yıllarında EMASYA (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) Protokolü ve DAFYAR’ın (Doğal Afet Yardım Planları) iptal edilmesidir. Söz konusu protokol ve plan afetlerde askeri birliklerin, kendi güvenliğini sağladıktan sonra, emir almaksızın çadır, fırın, hastane kurabilmesini ve güvenliğin sağlanmasının önünü açıyordu. Şubat depremi sonrası ortaya çıkan sorunlardan olan ve AFAD tarafından koordine edilemeyen kamyon, tır, kepçe, vinç gibi sivil araçların tahsis edilmesi protokol ve planla askere bırakılıyordu. Protokol ve plan bunların yanı sıra arama kurtarmaya kimlerin hangi araçlarla katılacağına ilişkin düzenlemeler de içeriyordu.[3] Askerin bu alandan vareste tutulması 6 Şubat 2023 tarihinde ise askerin alana çıkması için Cumhurbaşkanı’nın emrinin beklenmesi binlerce insana geç ulaşılmasına ve ilk günlerde güvenlik açığına neden oldu. Gıda, barınma, temel ihtiyaç malzemelerinin tedariki, sivil toplumun desteğine ve dayanışma ruhuna bırakıldı. Depremin ilk günlerinden sonra sosyal devletin anayasal görevlerini ulusal/uluslararası yardım kuruluşları yerine getirdi. İlerleyen günlerde, devletin çekildiği bölgelere tarikatlar yerleştirildi. Devletin siluetinin tamamen kaybolduğu, depremzedelerin ihtiyaçlarının karşılanamadığı bugünlere hemen gelinmedi hiç kuşkusuz. Tek adam rejimi afetlerde harcanması gereken devlet kaynaklarını, yolsuzluklar ve yine tek adamın sağladığı “meşru” zeminler dolayımıyla kendine yakın bir grup sermayedarın özel tüketimine bıraktı.
AKP hükümetleri döneminde, yargı organı da dâhil olmak üzere hiçbir kurumun tek adamcı rejimin uygulamalarını denetlememesi/denetleyememesi rejimin gücünün giderek yoğunlaşmasına neden oldu. Deprem sonrası tek bir idarecinin yargılanmaması ya da istifasının istenmemesi sadece sınırlarda yakalanan tek tük sorumlu müteahhittin yargılamaya sevk edilmesi, artık rejimin istemediği kimsenin yargılanmadığını ya da sorumlu tutulmadığını gösterdi. Bunun dışında depremin ilk günlerinde, toplumsal tepkiler sonrası yapılan sansür hamleleri ve sosyal medyada bant daraltma gibi uygulamalar, en ufak bir muhalif alanın oluşmasına rejimin tahammülü olmadığını gösterdi. Tek adamcı rejimde muhalefetteki siyasi partilerin etkisinin silikleşmesi, meclisin etki alanının kaybolması da bir başka unsur olarak karşımıza çıktı.
Enkazın altından gelen sesleri duyup yardım edemediğimiz 6 Şubat’tan bu güne neredeyse dört ay geçti. Deprem bölgesinde bugün insanlar yıkanamıyor, çocuklar eğitim alamıyor. Bazı bölgelerde suya erişim kısıtlı. Tüm illerde halen çadırdan konteynerlere geçiş sağlanamadı. Deprem bölgesi sıcak bir iklime sahip olduğundan yaz aylarında, derecelerin yükselmesi durumunda konteynerlerde hayatın nasıl devam edeceği bir başka sorun. Tüm bunların yanında, devletin saygın kurumlarından olan BOTAŞ Kapalıçarşı’dan gizlice dolar satın aldı ve ülkenin girdiği ekonomik kriz nedeniyle çoğu eve artık temel gıda maddeleri girmiyor. Bu durumda aklımıza tek bir soru geliyor. “Nerede bu devlet?”
[1] Xavier Marquez, Demokrasi Dışı Siyaset Otoriterlik, Diktatörlük ve Demokratikleşme, Çev: İsmail Çekem, İletişim Yay., İstanbul, 2019, s. 28.
[2] https://medyascope.tv/2023/02/12/afet-planlari-yonetici-kadrolari-azalan-butcesi-ve-personeli-afad-bu-depreme-ne-kadar-hazirdi/ (Erişim tarihi: 27.04.2023)
[3] https://tr.euronews.com/2023/02/17/deprem-sonrasi-tartisilan-emasya-protokolu-nedir-neden-ve-ne-zaman-kaldirildi, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-terkoglu/depremin-ortaya-cikardigi-hastalik-2055614 (Erişim tarihi: 27.04.2023)