Hazine ve Maliye Bakanı’nın geçen hafta açıkladığı “ Yeni Ekonomi Programı” ( YEP) gerek usul, gerek içerik açısından fevkalade cılız, ekonomik olarak tutarsızlıklarla dolu ve yaşanan bunca soruna yanıt oluşturabilecek düzeyde görülemeyeceği gibi, siyasal erkin sınıfsal tercihinin net yansımasıdır.
Programa geçmeden önce belirtilmesi gerekir ki, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunlar iç ekonomi bağlamında konjonktürel olmayıp, yapısal nitelikte; dış ilişkiler bağlamında ise giderek yükselen emperyalizme bağımlılık niteliğindedir. Bu tür sorunların çözümü de emperyalizmle bütünleşmiş piyasa sistemine dayalı anlık palyatif düzenleme ve programlarla değil, uzun erimli, emperyalizmi dışlayıcı ve ekonomide yapısal değişimleri zorlayıcı planların ısrarlı uygulamasıyla ancak yıllar boyunca olanaklı olabilir. Bu açıdan yaklaşıldığında, programda sunulan öneriler kesinlikle yeterli görülemediği gibi, ekonomik sürüklenişi daha da hızlandırır niteliktedir. Anlamlı sonuçlara varabilmek açısından sunulan programı odağa koyarken, kimin yaptığına ve küresel ve yerel hangi ortamda yapıldığına bakılması bize çok ciddi kanıt sunar. 2000 yılı IMF-Derviş programının sadık uygulayıcısı ve küresel emperyalizmin ortağı konumundaki siyasi yapı, küresel kapitalizmin çöküş aşamasında bundan daha fazlasını yapamazdı. Zira siyasal yapı kendisine güç sağlayan emperyalizmden kopamayacağı gibi, süreçten yarar sağlayan sınıfsal tabandan da bağımsız hareket serbestisine sahip değildir. Küresel kapitalizminin uygulayıcısı olup, içeride de sermaye sınıfına hizmet sunan bir siyasal yapı, göstermelik de olsa, programı başka türlü yazamazdı ve programına şöyle bir paragrafla başlayamazdı:
“Türkiye, emperyalizmin ve gericiliğin güçleriyle, başta işçi sınıfımız olmak üzere tüm demokratik güçler arasındaki kutuplaşma ve mücadelelerin gitgide daha da yoğunlaştığı bir dönemi yaşıyor. Bu dönem, ülkemizin ilerici, demokrat ve yurtsever güçlerine büyük görevler yüklemektedir. ”
Aynı gerekçe ile program şu satırlarla sonlandırılamazdı:
“Bağımsızlık , demokrasi , sosyalizm mücadelesinin zaferini, sömürüsüz, baskısız, herkesin yeteneklerini özgürce ve sınırsız olarak geliştirebileceği sosyalist Türkiye’nin kurulmasını, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin örgütlü birleşik gücü gerçekleştirecektir.”1
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 19. sayısında okuyabilirsiniz.