Bilindiği üzere; ardılları gibi global kapitalizmin “müesses nizam”ına bağımlı iktidar bloğunun 17 yıllık serüveninde, global bir projenin gereği olarak, bildiğimiz Cumhuriyet kâh “demokratik” yollarla, kâh OHAL/ CB KHK’leri, kâh hukuka/yasalara aykırı referandumlar ve uygulamalarla adım adım tasfiye edilmiştir. Karşı devrim niteliğindeki bu radikal dönüşüm sürecinde; ulus devletin tüm kurumları ve değerleri toplumun gözleri önünde hallaç pamuğu gibi atılır; her türlü muhalefet toptan kriminalleştirilir; yargı ise bu işte en etkili silah olarak kullanılırken; başta Cumhuriyetin kurucu partisi CHP olmak üzere, siyasal muhalefetin, sanki rejim değişmemiş, parlamenter sistem tasfiye edilmemiş gibi, o eski siyaset tarzında ısrar etmesi çok dikkat çekicidir. Üstelik ortada; hükümeti denetleyebilen, ona hesap sorabilen, bunun da ötesinde; tarihsel ve işlevsel varlık nedeninin gereği olarak ne bütçe ne de doğru dürüst kanun yapabilen bir Meclis ve böylesi bir Mecliste demokrasi adına kazanılabilecek, (ki, buna Anayasa Mahkemesinin işlevleri de dahildir) hiçbir mevzi de yokken…
Bu süreçte iktidar (Makyavelizme rahmet okutacak bir beceri ile) kendi varoluşunun ve hedeflerinin gereklerini yerine getirirken; muhalefetse, iktidarın tek ihtiyacı olan (serbest seçimleri, meclisi, hükümeti ve sandık demokrasisi ile) kozmetik meşruiyet arayışına en büyük katkıyı da sunmaktadır. Muhalefet iktidarı eleştirmekte, icraatlara ilişkin çok şey söylemektedir; ama iktidarın global projeyi başarıyla yürüttüğünü ve bu sürece de en büyük katkıyı kagşamış tarz-ı siyasetiyle bizzat sunduğu gerçeğini ise gizlemektedir. Meseleye bu zaviyeden bakınca, (iktidar cenahının aforizması olmuş biri deyişle) gerçekten de “Türkiye’de iktidar değil, muhalefet sorunu vardır.” Ancak bu ortak tespitte de iktidarla ayrıldığımız temel bir nokta vardır: İktidar için bu tablo ne kadar memnuniyet verici ise, bizim için de o kadar hakikat karartıcıdır. “Muhalefet sorunu”nun yol açtığı bu derin boşluktan iktidar da doğal olarak son demine kadar yararlanacaktır. Aslında siyaset meydanı bu anlamda çok uzun bir süredir öylesine boştur ki; ihtiyaca göre sıklıkla değişen politikalarında iktidar, muhalefetten ziyade kendi söylemleri ile çelişkiye ve açmaza düşebilmektedir. Yani iktidarın politik alandaki muhalifi bile, (her durumda ironik bir şiddete dönüştürebildiği) kendi geçmişidir. Tabii bu zaman zarfında iktidar birçok da politik imtiyaza sahip olmuştur. Bu imtiyazlardan biri; başta, tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler olmak üzere, Anayasaya, yasalara ve yargı kararlarına yalnızca işine geldiği zaman uyma imtiyazıdır. Bir diğer -hatta en önemli- imtiyazı da; (Anayasa ile yasaklanmış olan) kutsal din duygularını devlet işlerine ve politikaya karıştırabilme imtiyazıdır. İşte bu imtiyazlar sayesindedir ki iktidar; siyaset meydanında, “Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.” diyerek, dünyevi meşruiyetine ilahi bir destek sağlarken, insanların inancını da oya tahvil edebilmekte; “Allah’ın lütfu” gördüğü her krizi kolayca fırsata çevirebilmektedir.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 24-25. sayısında okuyabilirsiniz.