Hak Uğruna Mücadele: “Söz Değil Eylem İstiyoruz”

Adını Latince’ de “oy” anlamına gelen “suffragium” sözcüğünden alan Suffragette filmi, Britanya örneği üzerinden kadınların oy hakkını savunan aynı isimli hareketi anlatır. Keza Demir Çeneli Melekler (İron Jawed Angels) filmi de aynı mücadelenin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seyrini gösterir bizlere. Ayrıca Demir Çeneli Melekler, açlık grevlerinde zorla beslenmeye karşı direnmeleri nedeniyle bu kadınlara verilmiş bir lakaptır.

Bu iki filmden Suffragette, Londra’nın East End bölgesindeki bir çamaşırhanede 7 yaşından beri işçi olarak çalışan, evli ve çocuklu Maud Watss (Carey Mulligan)’ın, süfrajet mücadelesini gözlemleyerek önce sempatizanı ve nihayetinde protesto ve eylemlerinin bir katılımcısına dönüşümünün serencamını sunar. Bu uğurda ödediği bedeller yanında, kişiliğinin ve entelektüel kapasitesinin gelişimini ve kadın hareketi içerisindeki derin arkadaşlık bağlarını gösterir. Yönetmen Sarah Gavron’un deyişiyle; filmin merkezi karakteri Maud, kurgu olmakla birlikte pek çok sıradan kadının gerçek yaşamlarının bileşimidir. İşte tam da Suffragette filminin diğer filmimiz olan Demir Çeneli Melekler ile temel farkı, işçi sınıfı kadına odaklanışındadır. Maud, kadınların

oy hakkı mücadelesini anayasal bir prensip adına değil, daha çok yaşadıkları koşullardan gelen taleplerle; kadınların iş yerlerinde güvenliklerinin, aile içindeki haklarının sağlanması ve ücretlerinin iyileştirilmesine doğru adımlar atmak olarak kendi gözünden bize göstermektedir. Katia Von Garnier’in Demir Çeneli Melekler (Iron Jawed Angels) filmi ise tarihte gerçek karakterler olan Alice Paul (Hilary Shwank) ve arkadaşı Lucy Burns (Frances O’Connor) liderliğindeki bir grup dinamik ve kolej eğitimli genç kadının, Amerikan kadınlarının oy hakkı için verdiği mücadeleyi ve bir yandan da hareket içindeki eski kuşakla mücadelesini anlatır. 1912 yılında Alice ve Lucy, 1890’da Susan B. Anthony ve Elisabeth Cady Stanton tarafından kurulmuş bulunan Kadınlara Oy Hakkı Ulusal Birliği üyeleriyle bir tanışma toplantısı yaparlar. Bu iki asi ve isyankâr genç aktivistin ruhu, anayasal düzeyde “eşit yurttaşlık” ve oy hakkı elde etmek için verilen mücadelede daha pasifist yöntemleri benimseyen muhafazakâr kadınlarla tezattır. Paul ve Burns’ün planladığı ilk büyük olay, büyük bir kadın yürüyüşü organize etmektir. Bu yürüyüş öncesi sokaklarda bildiri dağıtırken tanıştıkları Polonya göçmeni fabrika işçisi Ruza Wenclawska ve eğitimli Alice arasındaki diyalogda Ruza’nın çekincelerini gideren Alice’in “bir oy, bir yangın merdiveni” sözü olur. Bu sözün atıfta bulunduğu trajik yangın dışında bu film, süfrajet hareketinin işçi kadınlarını şöyle bir geçiştirir. Filmde bahsedilen trajik olay ise 1911 yılında New York’ taki Triangle gömlek fabrikasında çıkan ve çoğu genç göçmen işçi kadın olan 146 işçinin öldüğü yangındır. Yangın, haftanın altı günü, günde on dört saatlik uzun çalışma saatleri ile ve düşük ücretlerle sömürülen endüstriyel işçilerin, bu sömürüye ilgisiz kalan hukuk düzeni tarafından yüz yüze bırakıldığı tehlikeyi sembolize ediyordu.

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 18. sayısında okuyabilirsiniz.

print