Hâkim ve Savcılar Açısından Yeni Yargı

Durum tespiti

Türkiye’nin yeni yargısı konulu dosya için bir yazı yazmam istendiğinde, önce uzun uzun düşündüm. “Yeni” bir yargı söz konusu muydu acaba? Çünkü, bir yönüyle, “batı cephesinde yeni bir şey yok” iken, bir yönüyle evet yeni bir şeyler vardı! Yeni bir şey yok derken, ülkemiz yargısında yaygın olarak görülen davranış biçimi, tepki ve uygulamalarda bir değişiklik olmadığını belirtmek istiyorum. Büyük (hatta dünyanın en büyüğü bile var!) adliye binaları, çoğalan personel, araç-gereç, yükselen hâkim- savcı ve mahkeme sayısının getirdiği bir “yenilik” yok! Yani, savcılık ve mahkemelerdeki soruşturma ve dava sayıları yine artıyor, soruşturma ve davalar yine uzun sürüyor ve bitirilemiyor; adalet duygusunun tatmini yine alt düzeyde ve yargıya duyulan güven de öyle. Bu anlamda yeni bir yargı bulunmuyor aslında. Ama öte yandan, olumlu bir anlam taşımasa da, yeni denebilecek bir yargı oluşumuna doğru gidiş olduğu söylenebilir.

Aslında bunun işaretleri 15 Temmuz 2016’da verilmişti. Önce olağanüstü hal ilanı ile başlayan süreç, OHAL kararnameleri ile sürüp gitti. Çıkarılan kararnameler ile çok sayıda yasada değişiklik yapıldı. Üstelik bu KHK’ler, Anayasa’ya aykırı olarak TBMM onayından geçirilmedi ve hemen uygulamaya sokuldu. Konu uzmanı Anayasacıların sözleri boşlukta yankılanıp kayboldu. Bu dönemde yapılan yasa değişiklikleri ile OHAL durumu “olağan” hale dönüştürüldü. Bir yandan da yargı düzeninin yeniden şekillendirilmesine gidildi. Önce 2017 yılında 6771 sayılı Yasa ile yürürlüğe konulan Anayasa değişikliği sonrasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı değiştirildi. Yasa’nın 14. maddesi ile Anayasa’nın 159. maddesinde yapılan değişiklikle, “Yüksek”lik unvanı kaldırılan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısı tümüyle yeniden oluşturuldu. 2010 yılındaki Anayasa değişikliği ile HSYK’nun yapısı değiştirilip, Kurul’un 7 asıl ve 4 yedek üyesinin meslek içindeki hâkim-savcılar tarafından yapılacak seçimle belirlenmesi uygulaması getirilmiş ve yapılan ilk seçimde, iktidar-cemaat ortaklığı seçimi kazanmıştı. Ayrıca, Cumhurbaşkanı tarafından avukatlar ve öğretim üyeleri arasından 3 asıl ve 3 yedek üyenin seçilmesi, 3 asıl ve 3 yedek üyenin Yargıtay, 2 asıl ve 2 yedek üyenin Danıştay Genel Kurulları ve 1 asıl ve 1 yedek üyenin de Adalet Akademisi Genel Kurulu tarafından seçilmesi uygulaması ile, hükümet-cemaat etkisi kesin bir üstünlük kazanmıştı. Ancak sonrasında, dershanelerin kapatılması, MİT Tırları olayı, 17-25 Aralık soruşturmaları gibi gelişmeler, iktidar-cemaat ortaklığını bozduğu gibi, 15 Temmuz darbe girişimi, iktidar açısından yargının tekrar düzenlenmesini zorunlu kıldı. Sonuçta, 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği sonrasında oluşturulan kurulda, artık Fetö’cü olan cemaatin kurul üyeleri tasfiye edilerek, iktidarın kurulda tam egemenliği sağlanmış oldu. Buna göre, hâkim ve savcıların yaptığı üye seçimi uygulaması da kaldırılarak, kurulun tabii üyesi Adalet Bakanlığı Müsteşarı ile Cumhurbaşkanı’nın seçeceği meslekten ve hâkim sınıfından 4 üye dışında, 3 üyenin Yargıtay, 1 üyenin Danıştay üyeleri arasından, ayrıca 3 üyenin üniversite öğretim üyeleri ve avukatlar arasından TBMM tarafından seçileceği uygulaması getirilerek, konu garantiye alındı. Zira, TBMM’deki seçimde, iktidar partisinin oylarının (dolayısıyla aynı zamanda bu partinin başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın!) tercihleri üstünlük sağlayacak sayıda olduğu için, istenmeyecek bir kişinin seçilmesinin önüne geçilmiş ve istenen kişilerin seçilmesinin önü açılmış oldu. Zaten Kurul’un başkanının Adalet Bakanı olduğu dikkate alındığında, toplam 13 üyeli Kurul’un iktidar istek ve güdümünde oluşturulduğu kolayca anlaşılır.

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri dergisinin 21. sayısında okuyabilirsiniz.

print