Ceza infaz sistemlerinin sağlayabileceği toplumsal faydaya ilişkin “tutarlı” fikirler 1970’lerden itibaren terk edilmeye başlanmıştı. Öyle ki, bugün gelinen “olağanüstü”, bir başka ifadeyle hukuku hukuk- dışını meşrulaştırmak için kullanan düzlemde olup bitenler, o dönemde yapılan saptamaların sadece altını çizmektedir denilebilir.
Bahis konusu küresel hukuk ahvâlinden payına KHK’larla yönetilmek düşen Türkiye Cumhuriyeti, yeni bir yıla girerken, sayıları toplamda 60.000’e yaklaşan “terör” sanığı yahut hükümlüsü mahpusun mahkemeye tek tip kıyafetle çıkarılacağına ilişkin bir düzenleme yaptı. Bu, ülke tarihinin en kanlı direnişleri vakti zamanında bu düzenlemelere karşı cezaevlerinde verildiği için; henüz ağır bir toplumsal bilanço çıkmadan, hukukçuların üzerine söz söylemesi gereken bir konudur.
Elinizdeki yazı, gerekli sözün sadece bir kısmına dairdir ve tek tip kıyafet ile insan onuru arasındaki bağın nerede aranması gerektiğini hatırla(t) maya çalışmakla iktifa edecektir. Sorun, eğer hukuk felsefesi salt hukuk üzerine düşünmekle bir tutuluyorsa, halis bir hukuk felsefesi sorunu sayılmaz; fakat elbette pratik felsefenin yolları çapraşıktır.
Bir hukuk sorunu olarak tek tip kıyafet
Burjuva hukuk paradigması dâhilinde, tek tip hapishane kıyafeti türünden uygulamaların simgesel bir öneminin olmadığı; pratikliği, ayrımcılığı engellemesi ve güvenlik sağlaması bakımından tercih edildiği savlanır. Oysa aynı paradigmanın daha “insanî” yüzü, tek tip kıyafetin, zaten yaşam alanından kopmuş mahpus kişiyi kişisel özellikleri ve bağlarından tamamen soymak anlamına gelebileceğini görmüştür. Üstelik hapsedilmenin beraberinde getirdiği damgalanmanın tecessüm etmiş hali olarak tek tip kıyafet, aynı suça verilmiş ikinci bir ceza dahi sayılabilir. Nitekim Amerikan ve Alman cezaevlerindeki uygulamalara bakıldığında, sırasıyla ilk savın da ikincisinin de mükemmelen temsil edildiğini görmek mümkündür.
…
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 11. sayısında okuyabilirsiniz.