Bir hayalet dolanıyor bir süredir ülkede, hukukçu olan-olmayan herkesin dilinde. Marx’ın hayaleti kalemini ilk salladığı günden bu yana zaten dünyayı kışkırtmaya devam ediyor ancak kast ettiğim o değil, en az hayalet figürü kadar mistifikasyonla yüklü ve bu nedenle kelimenin gerçek anlamına daha yakın bir kavram: adalet. “Adalet istiyoruz!” Katledilen, tecavüze uğrayan kadınlar için; asgari ücretle günde 15 saat çalışan işçi için; ayrımcılığa uğrayan tüm etnik ve cinsel kimlikler için; Nuriye ve Semih ve daha niceleri için farklı nedenlerle adalet istiyoruz. Kimimiz salt pozitif hukukun, yazılı olan yasanın ve hatta onun lafzının uygulanmasını talep ediyor, saf pozitivizme hasret; kimimiz yasanın sözünü, ruhunu aşan bir içeriğin, olması gereken bir idealin peşinde. Hepsine adalet diyoruz. Burjuva hukukunun uygulanmasını talep etmenin adalet istemek sayıldığı bir buhranda, üstelik bir yandan da hukukun maskesini indirmeye, fetişleşmiş anlamını aşındırmaya çabaladığımız bir çağda. Az çok metodolojik tutarlılık arayışında olan materyalist hukuk araştırmacılarının içinde bulunduğu bu dilemma toplumsal delilik hallerimizden yalnızca biri. Niyetimiz soylu bir düşünüş ve yaşayış tarzına ulaşmak değil az çok tutarlılık ve hakikate yaklaşma çabası. Ancak hukukun üretici sınıfın işlerini hayata geçiren bir araç, adaletin bir ideoloji ve dolayısıyla yanlış bilinç olduğunu gördüğümüz bir anda kendimizi Kant gibi ahlak metafiziği sularında bulabiliyoruz.[1] Çelişki olmadan olmaz ama sentez arayışını bırakmak da çürümeyi getirir. O nedenle “adalet neydi?” sorusuyla köklere dönmekte ve şiarımızla beraber yeniden düşünmekte fayda var.
Genç ve hukukçu Karl Marx’ın hukuk dogmatiği içinden maddeci yöntemden ayrılmadan nasıl bir olması gereken inşa etmeye çalıştığına bakmak gerekir. Hukuktan ekonomi-politiğe kayış ve epistemolojik kopuş sonrasındaki Marx’ın hukuka yaklaşımının hukukun aşılması gereken bir üst yapı kurumu olduğunu biliyoruz.[2] Hemen belirtmekte fayda var ki Marx’ın kendi içindeki bu süreksizlikten bir galip çıkarma niyetinde değiliz. Hukukçu habitusunda hukukun maddeci analizinin yönetimini bulma arayışından ibaret muradımız. Hukukçu Marx’a bakma ihtiyacı bundan ve yükselen adalet talebinin köklerine inme gayesindendir. Marx’ı Kantçı ve Fichteci idealizmden Hegel’e yönelten şey Hegel’in olan ile olması gereken arasında bir köprü inşa ettiğini düşünmüş olmasıydı.[3] Marx’ı hukuka yönelten de bu çaba olabilir. Ve sonrasında genç Marx’ın Hegel’den kopuşuyla hukuktan kopuşunun da paralellik arz etmesi hukuka yaklaşımındaki epistemolojik tavrına dair ipuçları içerir. Marx’ın bu yüzüne bakmamızın nedeni de tam da bugün olan ile olması gereken arasındaki krizin yarattığı sorunları aşma çabası ve toplumsal muhalefetin her veçhesinden yükselen adalet talebidir.
Marx, Altıncı Rhine Eyaleti Meclisi’nin raporları üzerine yazdığı makalelerde odun hırsızlığının kaçakçılık suçuyla aynı cezaya tabi kılınmasına dair yapılan yasa değişikliği görüşmeleri üzerinden suç ve ceza siyasetine dair önemli tespitlerde bulunur. Söz konusu yasa gereğince yığılı ağaçları aşırmak veya kurumuş dalları toplamak bile kaçakçılık başlığı altında değerlendirilmekteydi. Yıkılmış ağaçların toplanması ile orman kaçakçılığı fiillerine aynı cezanın verilmesini eleştirirken hukukun kaynağının nerede aranması gerektiğini açık bir biçimde vurgular.
“Aslında yıkılan ağaçları toplamayı orman kaçakçılığına göre daha sert bir biçimde cezalandırıyorsunuz, çünkü hakiki orman kaçakçılığı için açıkça beyan etmiş olduğunuz bir cezayı; onu kaçakçılık olarak adlandırarak cezalandırıyorsunuz. Bunu orman cinayeti olarak adlandırmalı ve cezasını cinayet olarak vermeniz gerekirdi. Kanun gerçeği söylemek zorunluluğundan muaf değildir. Bunlar şeylerin meşru doğasının evrensel ve güvenilir örnekleri oldukları için bu zorunluluğa tabidir. Dolayısıyla şeylerin meşru doğası kanuna göre düzenlenemez, tam aksine kanunlar şeylerin meşru doğasına göre düzenlenmelidir. Fakat kanun, orman düzenlemelerini bile ihlal etmeyen bir eylemi hırsızlık olarak niteliyorsa yalan söylüyordur ve yoksullar hukuki yalanlara kurban edilmiş olur.”[4]
Hukukun devletle birlikte sönümlenmesi ve aşılması idealinden önce genç Marx’ın hukukla hemhal olduğu yıllarda yaptığı bu akıl yürütmede aslında hukukun “şeylerin meşru doğasına uygun” olması gerekliliği yani hukuka ve kaynağına dair bir olması gereken fikri yer alır.[5] Buna göre hukuk maddeden türemelidir, maddeyi hukuka göre biçimlendirmek gerçekliğe ihanettir ve hukuk yalan söyleme özgürlüğüne sahip değildir. Eşyanın doğasının insanlar arasındaki ilişkilere uyarlanmış biçimi olarak da geleneği işaret eder Marx. Gerçeklikten deneyimden gelmeyen kurallar normatif bir biçime kavuşmuş olsa bile onların gerçek yasalar olmadığını vurgular. Hakların temelinin bu evrensel gelenekler olduğunu söyler.[6] Bu iki anlama gelir. Birincisi, hakların veya hukuktan talep edilen olması gerekenlerin maddi bir kaynağı vardır, ismi adalet olsun veya olmasın. İkincisi Marx’ın bu erken dönem hukuk algısında hukuk kendiliğinden olumsuz bir içeriğe sahip bir yapı olarak görülmemiştir. Marx’ın çözümlemesi metnin ilerleyen kısımlarında özel çıkar yararına yapılan yasanın özünde bir yasa olmayacağı reddiyesiyle sonlanır. Ancak bu reddiyenin sebebi hukukun kendisi değil, özel çıkara kanun yapma yetkisi verilmesidir. “Eyalet meclisi özel çıkarı temsil etmiş ve bunu nihai amacı olarak ele almıştır. Böylece kanunu ayaklar altında çiğnemesi onun kuşağının basit bir neticesidir, çünkü çıkar doğası gereği kör, ölçüsüz ve tek yönlü kısaca yasa dışılığın doğal dürtüsüdür ve yasa dışılık kanunların yerini alabilir mi? Bir dilsize muazzam ses çıkaran bir trompet verilip söylev verme becerisi ne kadarsa; özel çıkarın kanun yapıcının tahtına oturup kanun yapma yetkisi o kadardır.” Başka bir şekilde ifade edersek hukuk a priori olumlu bir içeriğe sahip olmadığı gibi a priori olumsuz bir özden de oluşmaz. Belirleyici olan üretim ilişkilerinden mülhem bir hukuktan söz edilebilir. Bununla birlikte mücadele ile kazanılmış geleneksel hakları salt sistem içinde normatif nitelik kazanmalarından dolayı burjuva olarak nitelemek ve hukuksal mücadeleyi bir kenara bırakmak sistemde çatlaklar yaratmanın önünde bir engeldir.
Bugün adalet hayaletinin kol gezdiği, adalet için yürüyenlerin 19. gününde talep edilen adaletin ne olduğunu anlamak için, kanunlarda yazılı haklara bakmaya değil, adalet yürüyüşünde ve sokakta cereyan eden tüm diğer toplumsal muhalefet biçimlerine yansıyan içeriğe bakmak gerekir. Teorinin bize işaret ettiği metafizik olmayan adalet idesi pankartlarda, flamalarda yazılıdır.
“Siz asla bizi, suçun olmadığı yerde bir suçun var olduğuna inandıramazsınız, sadece hukuki bir yasaya dönüştürmekte başarılı olabilirsiniz. Bu ikisi arasındaki sınırı kaldırdınız, fakat bunun lehinize olduğunu düşünüyorsanız yanılmış olursunuz. İnsanlar bunu ceza olarak görürler fakat bunu suç olarak görmezler çünkü suçun olmadığı yerde ceza görmüşlerdir; cezanın olduğu yerde artık suç görmeyeceklerdir.”[7] Adalet talebinin gerçekleşmesi, hakların kazanılması, Ankara’dan İstanbul’a değil belki Ekvator ekseni boyunca yürünecek bir yoldur. Suçun olmadığı yerde ceza görenlerin artık hukukun gerçek vs. olması gereken yüzüyle sahici karşılaşmaları hiç olmadığı kadar yoğun yaşanmaktadır. Bu karşılaşma hukukun maskesini indirmek, egemen sınıfın çıkarına hizmet eden bir aygıt olduğunu ifşa etmek için bir fırsattır ancak paradoksal bir biçimde bu karşılaşma adalet talebinin en kuvvetli savunulduğu anlardan biridir. Suçun olmadığı yerde ceza görenlerin bu yüzleşmesi gökyüzündeki su damlası gibi gökkuşağı etkisi yaratırsa umuttur, adı ister adalet ister hukuksuz bir dünya olsun.
[1] Hukuk ve adalet ideolojisi için bkz: Engels, Friedrich, Konut Sorunu, Sol Yay, Ankara, 1992, s. 93
[2] Epistemolojik kopuş kavramı ve Marx’ın eserlerinin Althusser tarafından tasnifi için bkz: Althusser, Louis, Marx İçin, İthaki Yayınları, Çev. Işık Ergüden, İstanbul, 2015, s. 41-51
[3] Marx, Karl, “Marx’ın babasına Mektubu”, İçinde: Hayalet Karl Marx Seçme Yazılar, Editör: Güçlü Ateşoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 35
[4] Marx, Karl, Orman Kaçakçılığı Yasası Üzerine Özel Mülkiyet ve Suç Siyasetine Dair İlk Yazılar, Kalan Yayınları, Çev. Selin Ceylan, Ankara, 2005, s. 11-12
[5] Hukukun sönümlenmesi düşüncesi için bkz. Pasukanis, Evgeny, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, Birikim Yayınları, Çev. Onur Karahanoğulları, İstanbul, 2011
[6] Marx, 2005, s. 18-19
[7] Marx, 2005, s. 12-13