Hukuk Felsefesi: Toplumsal Cinsiyet Rolleri, Kalıpyargılar ve Şiddet

Toplumsal Cinsiyet

Cinsiyet, dünyaya gelirken yanımızda getirdiğimiz biyolojik bir özelliktir. Bu nedenle cinsiyet ile birlikte belirlendiği düşünülen bazı kadın ve erkek özelliklerin doğal olduğu baştan kabul edilir. Örneğin, kadına doğurgan, sevecen, fedakâr, sessiz, ayrıntıcı, duygusal, tek eşliliğe yatkın, dikkati insanlar ve ilişkilere yönelik, dedikoducu gibi özellikler atfedilir. Benzer şekilde erkeklerin de, zihinsel yaratıcılığı yüksek, sorumluluk duygusu güçlü, yönetme yetenekleri gelişkin, soyut düşünen, rasyonel, çok eşliliğe yatkın, duygulardan ve ilişkilerden çok, teknolojiye ve nesnelere ilgi duyan, saldırgan oldukları söylenir1. Soru ise bu atfedilen özellikler gerçekten biyolojik olarak doğamızda yerleşik mi, yoksa inşa edilen toplumsal cinsiyet kimliklerine ait özellikler mi olduğudur.

Cinsiyetle ilgili davranışları belirleyen bir kategori olarak kullanılan ‘toplumsal cinsiyet’, sosyalleşme sürecinde kişilerin kadın ya da erkek kimliklerini geliştirmeleri ve belirli sosyal rollere uygun kalıpyargıları öğrenmeleri ile oluşur2. Cinsiyet (sex) kadın ile erkek arasındaki biyolojik- anatomik farklara işaret ederken, toplumsal cinsiyet (gender) cinsel kimliklerin kuruluşunun ve aralarındaki ilişkinin toplumsal ve kültürel olduğunu belirtir3. Bu bağlamda Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü, kadınlığın toplumsal cinsiyet olarak inşa edilmişliğini güçlü bir şekilde ifade etmektedir.

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 12. sayısında okuyabilirsiniz.

print