“Okullar” açılıyor. İçinden geçtiğimiz son üç yıl, yarattığı bütün yıkım bir yana, üniversitenin gerçek anlam ve değerini eleştirme imkanını da elimizden almamış olsaydı, belki çok daha geniş bir perspektiften, rahat bir tartışma yürütülebilirdi. Ancak dönem, bize akademinin bir nostalji nesnesi olarak kavrayışımızda yeniden biçimlenmesini, biçimlenirken güzellenmesini dayatırken ideolojik işleviyle “bir zamanlar” kalıbını sunuyor. Öyleyse öncelikle bu alandaki daralmayı tespit etmek yerinde olur.
Chomsky, ısrarla üniversitelerin işlevinin ikili olduğunu vurgular. Bir yandan iş gücü üretirken ideolojik aygıt olarak tarihsel vazifesini icra eden akademi; diğer yandan da işleyişiyle, devingen bir güç ve ısrarla karşı dalgayı örgütler. Aydınlanma mirasını eleştirirken dahi mecbur kalınan ilk emir (“Sapere aude!”) bunu zorunlu tuttuğu için değil sadece; üniversite öğreteni, öğreneni, araştıran ve uygulayanıyla bilginin toplumsallaşmasına ister istemez hizmet edecek bir kurum olduğundan da…
Tam da bu nedenle, üniversiteyi sadece öğreten kadrolardan ibaret görüp, uğratıldığımız kırıma atıfla sonunu ilan etmek, fazlaca “profesyonel” bir defoya işaret ediyor olabilir. KHK’lar marifetiyle mesleğinden uzaklaştırılan, ekmek parası derdine düşen, ceza davalarına muhatap olan meslektaşlarımızın hesabını sormak, bir bütün olarak üniversiteye sahip çıkmanın bugün için öncelikli parçası elbette. Ancak daha büyük mücadele alanının YÖK’ün kurulduğu günden itibaren kısmi felç koşullarında yaşamaya ve üretmeye çalışan akademik hayatımızla çizildiğini unutmamak gerekir.
Sadece bir başlangıç olması açısından, sürekli dem vurduğumuz akademik özgürlüklere biraz yakından bakmak, üniversitenin asıl önemli işlevinin nasıl hasar gördüğüne ve dolayısıyla ne ile mücadele etmek gerektiğine işaret edebilir.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri dergisinin 21. sayısında okuyabilirsiniz.