İktisat Notları: Hukuk Sistemi Üzerine

Hukuk sistemi, Althusser’in tasnifinde; felsefesi ile devletin ideolojik aygıtı, araç ve uygulamaları ile de devletin baskı aygıtıdır. Hukuk sistemi, yapılanması, uygulanması ve etkisiyle sistem dokusunu yansıtan ve devletin uygulama gücü ile düzeni sağlayan karmaşık bir üst-yapı ideoloji ve baskı aracıdır. Toplumsal düzen içinde bireyin saygı duyduğu ve gerektiği durumda herkesin sığınabileceği anlayışı ile kutsayıp yücelttiği hukuk sistemi, bu görüntüsü altında perdelenmiş yapısına yansıtılmış sistem ilişkilerini meşrulaştırır ve topluma dayatır.

Bir toplumda hukuk sisteminin sosyolojik anlamda meşruiyet kazanmasının temel koşulu, felsefesi ve pozitif yapısı yanında, uygulanmasıyla da toplumsal düzen ve zihniyetle uyumlu olmasıdır. Toplumsal yapı ile hukuk sistemi arasındaki karşılıklı etkileşimde toplumsal doku başattır ve hukuk sistemini şekillendirici öğedir. Toplumsal doku, üretim ilişkisinin tarihsel süreçte şekillendirdiği yapılanmadır. “Artık değer” üretimiyle tarih sahnesine çıkmış olan devlet, kölelik, feodalizm ve kapitalizm aşamalarındaki koşullara göre farklı tiplerde oluşurken, oluşum gerekçesine bağlı olarak kapitalizmin her dönemde de artık değere el koyan kesim tarafındanfarklı şekilde yapılandırılmış ve onun lehine işlevlendirilmiştir. Hal böyle iken, sistem içi tüm bireylerin sisteme ve hukuka uyumlu davranması bireysel algılamaların ideolojik çarpıtılması sonucunda gerçekleşir. Sistem algılamasında yaşanan ideolojik körleşme nedeniyle üretim sürecindeki yerini ve konumunu idrak edemeyen birey, sermaye hâkimiyeti altında kısıtlı hak arayış sınırları içinde sürdürdüğü davranışını rasyonel algılarken, aynı zamanda sistemin güçlenerek sürdürülmesine de katkı yaptığının farkına varamaz. Bireysel algılamada sınıf egemenliği dokusunun ideolojik perdelenmesi Marks’ın ünlü, görüntülerin ters algılandığı karanlık kutu (Camera Obscura) örneği ile açıklanır.

Ünlü Fransız sosyoloğu Pierre Bourdieu’nın ifadesiyle “yapılandırılmış yapı” olan sistemik bireyler topluluğunda bireyler arasındaki bağlantı sistem mantığı ile kurulur. Böylece, mülkiyetin ve sermaye yapısının kökenini sorgulayamayan emek gücü piyasada emeğini meta olarak “değişim değeri” ile sermaye sahibine sunarken, emeğinin katkısı ile yaratılacak “artık değer” birikiminin ileriki dönemde kendisini emek piyasası dışına atacağını öngöremez. İnsan Hakları Bildirgesinde olduğu gibi; seyahatten eğitime, temiz çevreden sağlığa varan bir dizi insan hakkının kabulü yanında, 17. maddede belirtildiği şekliyle, mülkiyetin de insan hakkı olarak kabulü arasındaki, kapıdan kovulanın bacadan alındığı şeklindeki ters ilişki anlaşılamaz. İşte böylesi oluşan yapılandırılmış toplumlarda zaman içinde geliştirilmiş gelenek, örf ve adetlerle bireyler arası ilişkiler düzenlenebilir ve sistemin dayattığı toplumsal düzen sürdürebilir. Zira asıl olan, toplumun üretim ilişkisi doğrultusunda yapılanması ve bu yapının üzerinde yükselen hukuk sisteminin yapıyı meşrulaştırması ve korumasıdır.

Bir toplumun hukuk sistemi, bizatihi kendisinin ve uygulayıcısı olan devletin meşruiyetinin sağlanması amacıyla bireysel hak ve kısmî hareket özgürlüğü alanları oluşturarak ulvi gücünü tahkim ederken de güçlünün yanında yer alır. Örneğin, özel hukuk alanında “sözleşme özgürlüğü” ilkesi ile liberal ve tarafsız görüntü altında güçlü ile güçsüzü karşı karşıya getiren hukuk sistemi, aslında güçlünün yanında yer almış olur. Liberalizm anlayışının ilk kurucularından John Locke’ un Hobbes’tan esinlenerek geliştirdiği “özgürlük ve hak” ilkelerinin, ilk dönemlerdeki hakkaniyeti sağlayıcı yapısının sermayenin gelişip serpilmesiyle canavarı koruma aracına dönüşmesi, liberalizm ve sözleşme serbestisi sahteciliğinin çok tipik örneğidir.

St. Augustine’in kiliseyi yüceltmesine benzer şekilde Hegel’in devleti yüceltmesi de, kurum olarak hukuk sistemini bir tür üstün ya da süper akıl ya da üstün irade olarak görmesine yol açmıştır. Hegel yaklaşımını alt-üst eden Marks ise, hukuk sistemini üretim ilişkisi üzerinde yükselen bir üst-yapı kurumu olarak tanımlamıştır. Şöyle ki, Hegel’den olduğu kadar döneminin diğer düşünürlerinden de çok farklı düşünen Marks’ın gelişkin dönemi tanımında insanın beşeri doğal niteliği sosyal niteliğe dönüştürülmüş, çevresel dokuya da politik nitelik kazandırılarak, hukuk sistemi egemen sınıfın yansıması olarak tanımlanmıştır.

Geçmişte yeryüzünde farklı üretim ilişkilerinin varlığında farklı hukuksal yapılar arasındaki olası karşılaştırmalar genel olarak hukuk sisteminin yapısının ve işlevinin detaylı algılanmasına yol açarak, felsefi alanda “doğal hukuk” tartışma alanını genişletebilirdi. Günümüzde ise, sosyalizmin çöküşü ve neoliberal politikalarla ekonomi ve hukuk sisteminde küresel tektipleşmeye gidilmesi bu yolu tıkamış görünmektedir. Bu durumun, kapitalist sistemin küreselleşmesine koşut olarak, sistemi meşrulaştıran ve besleyen hukuk sisteminin de ülkesel düzeyde aletsel görüntüden çıkıp, küresel düzeyde doğal sistem benzeri şekil almasına ve böyle algılanmasına yol açacağa benzemektedir. Kapitalizmin işleyiş dinamikleri doğrultusunda küresel ekonomik sistem zamanla sıkışıp siyasal alanda da yönetsel despotizm eğilimlerinin yükseltilmesine neden olurken, buna koşut olarak küresel düzeyde bütünleşmiş hukuk sisteminde de olası hak kısıtlamalarına gidilecek olması, gelecekte toplumların gerçek demokrasi yolundaki mücadeleleri önünde ciddi engel oluşturacaktır. İnsanlığın kurtuluşu yolundaki duraklar; kısa dönemde var olan hukuk düzenine işlerlik kazandırarak özgürlükler alanını olabildiğince genişletmek, uzun dönemde ise, insan da dâhil tüm değerleri metalaştıran sömürücü kapitalizme yönelik mücadeledir.

print