Pek çok korku filminde veya öyküsünde karşımıza çıkan, düşününce dâhi insanın iliklerine dek ürpermesine neden olan bir hadise vardır: Anne karnındaki ikiz bebeklerden birisinin, diğerini yemesi. Uzmanların ifadelerine göre, tıpta bu hadise pek de geçer akçe değil. Ancak ‘twin twin sendromu’ diye bir durum söz konusu.
Nedir bu sendrom?
Bir bebeğin kanının, diğer bebeğe geçmesi ve dolayısıyla bir bebekte aşırı gelişim söz konusuyken diğer bebeğin beslenememekten kaynaklı zayıflığı ve hatta ölümü durumunda söz edilebilecek bir sendrom. Sadece tek amniyo kesesi olan ve tek plasentanın söz konusu olduğu gebeliklerde gözlenebiliyor.
Özünde hukuk ve polisiye ilişkisi de zaman zaman ‘twin twin sendromu’ gözlenebilen bir ikiz hamilelik süreci gibi.
Türkiye’de Polisiye mi Yazılıyor?
Türkiye semalarında, Cumhuriyet döneminden öncesini dâhi milat kabul etsek; polisiye türünün edebî bağlamda kök salmış, kendisini kabul ettirmiş bir alan olduğunu iddia etmek güç. Ancak bunun yanı sıra, bilinen ilk yerli polisiye romanımız “Esrar-ı Cinayat”tan günümüze uzanan yolda polisiyenin sınırlarının nerede başladığı ve nerede sona ereceği gibi biçim anlamında somut çizgiler çekilmediğinden mütevellit; pek çok yazar zaman zaman polisiye ürünler ortaya koymuştur. Peyami Safa’nın Server Bedi ismiyle yazdığı Cingöz Recai Serisi başta olmak üzere Esat Mahmut Karakurt’un beyazperdeye uyarlanmış polisiye romanlarının yanı sıra Nazım Hikmet’in “Yeşil Elmalar” (1936), Halide Edip Adıvar’ın “Yolpalas Cinayeti” (1937), Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kesik Baş” (1942) eserlerinin yanı sıra Refik Halit Karay, Cevat Fehmi Başkut, Müjdat Gezen, Pınar Kür, Çetin Altan, Perihan Mağden ve Orhan Pamuk gibi yazarlar da polisiye janrına dâhil olabilecek yapıtlara imza atmıştır.
Dördüncü yaşını geride bırakan Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nin resmî rakamlarına göre 100’e yakın polisiye yazarı, birlik çatısı altında toplanmış durumda. Tabii, nedendir bilinmez ama birlik çatısı altında bulunmayan Mehmet Murat Somer, Osman Aysu, Gökhan Tosun, Ümit Kıvanç, Suat Suna (evet, bildiğimiz Suat Suna), Hakan Karahan ve Hüseyin Ekinci gibi isimleri de düşündüğümüzde Türkiye’deki polisiye yazarlarının sayısının 100’ün üzerinde olduğuna dönük bir sav ortaya atmamamız için hiçbir nedenimiz kalmıyor.
Ancak burada, odak noktamızda olan hukuk ve polisiyeye değinmeden önce; takibinin güç olduğu bir mevzuyu dile getirerek hafiften konuya girmek icap ediyor.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 32. sayısında okuyabilirsiniz.