06 Ekim 1983 tarihli 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu 3. maddesine göre; “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir”.
12 Eylül sonrası “amalı” kanunlarımızdan birisi.
Dayanağını aynı hükme yer veren Anayasa’nın 34. maddesinden alır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşünü, belirli konular üzerinde halkı aydınlatmak ve bir kamuoyu yaratmak suretiyle o konuyu benimsetmek için yapılan toplantı ve yürüyüş olarak tanımlar.
2020 Türkiyesi’nde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına sahip olup olmadığınız hukuki durumunuza göre değil politik duruşunuza göre tanımlanır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkınızı, iktidarın politikalarına karşı halkı aydınlatmak ve kamuoyu yaratmak için kullanırsanız, 2911 sayılı kanuna muhalefetten bile değil, doğrudan Terörle Mücadele Kanunu’na muhalefetten yargılanmanız an meselesidir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ifade özgürlüğü ile doğrudan bağlantısı, bu hakkın kullanımına yönelik tecavüzlerin Anayasanın 26. maddesinde düzenlenen düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin ihlali, yani Anayasal hükmün ihlali sonucunu doğurur. Birçok yargı kararında da yer aldığı üzere, ifade hürriyeti ifadeyi açıklama ve yayma hürriyetinden bağımsız değerlendirilemez.
Pandemi döneminde oldukça artan bir şekilde, muhaliflerin hiçbir toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyemediği, buna teşebbüs ettiğinde de ağır sonuçlarla karşılaştığı bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
12 Eylül mevzuatının bile yönetenlere bol gelmiş olması hayret verici! Evet “hayret verici” olmalı, “şaşkınlık” yaratmalı. Evrensel insan hakları hukukunu yeniden geçerli kılabileceğimize inanıyorsak.
Anayasa, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabileceğini söyler. Devleti yönetenlerin “güvenliği” ve “düzeni” gerekçesi ile bu hakların yasaklandığı sınırlandırıldığı örnekler çoktur. Bu sınırlama sebepleri artık o kadar aşınmıştı ki COVID19 adeta imdada yetişti.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 26-27. sayısında okuyabilirsiniz.