Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremleri üzerinden yaklaşık 3 ay geçti ama acımız hâlâ çok taze. Deprem sonrasındaki organizasyonsuzluğun ortaya çıkardığı çaresizliğin fotoğrafı hâlâ zihinlerimizde ve hepimizin ortak düşüncesi şu: “Böyle olmamalıydı.” 6 Şubat depremlerinin büyük bir afet olduğu bir gerçek ama bu afeti bir felakete çeviren, devletin tüm gücünü elinde tutan, bütün araçlarını yöneten iktidarın hem afet öncesi hem de afet sonrası verdiği kötü sınav oldu. Ülkemizin güneydoğusunda böyle bir afet yaşanması riskinden sürekli bahsedilmesine rağmen, her biri milat ilan edilen önceki depremlerde yaşananlardan gereken dersler çıkarılmadı. Sonuç olarak, depremden önce yapılması gerekenler yapılmadığı, deprem riski gerçekleşmediği sürece görmezden gelindiği ve gerçekleştikten sonra da öncelik iktidarın imajını korumak üzere yaşanan çaresizlik ve kaosu örtmek olduğu için Kahramanmaraş depremleri bir felakete dönüştü. İktidar tüm yaptıkları ve yapmadıkları ile enkaz altında kaldı.
Çok değil, bundan 24 yıl önce Marmara Depreminde resmi bilgilere göre 17.509 can kaybı ve yaşanan büyük yıkım ile hepimiz bu felaketi bir milat olarak kabul etmiştik. Siyasiler bir daha benzer acıların yaşanmayacağına dair sözler verdiler. Marmara Depremi hepimizin hayatını derinden etkiledi, ülkede kapsamlı ekonomik, sosyal ve siyasal değişimler yaşandı. Seçmenler, üzerine düşeni yapmadığını düşündüğü iktidarın ortağı koalisyon partilerini cezalandırarak onları meclis dışında bıraktı. Depremden sonra hem mevcut koalisyon hükümeti hem de 2002 seçimleriyle gelen AKP iktidarı birçok yasal ve teknik değişikliğe gitti. Fakat yapılan tüm yasal değişikliklerin, yenilenen mevzuat ve deprem risk haritalarının, teknik düzenlemelerin kâğıt üzerinde kaldığını gördük. Kahramanmaraş Depremi yaşanana kadar herkes görevini yerine getirmiş, deprem gerçeği ile yüzleşilmiş olsaydı; bu afet bir felakete dönüşmeyecekti. Eğer 21 yıldır iktidarda olan AKP hükümeti sağlıklı ve güvenli kentler, depreme dayanıklı binalar için gerekenleri tam olarak yerine getirseydi; devlet enkaz altında kalmayacaktı.
Tüm bu düzenlemelere, afetlere hazırız söylemine rağmen iktidar neden bu kadar kötü bir sınav verdi? 1999 Marmara Depremi sonrası mevzuat geliştirildi, yeni yapılacak binaların deprem dayanıklılığını arttırmak ve bunların denetimi için yasal zorunluluklar getirildi, riskli yapıların tespiti ve dönüşümü adına 6306 sayılı Afet Kanunu yürürlüğe konuldu. Fakat tüm bunlar ya kâğıt üzerinde kaldı ya da iktidar tarafından parasal ve siyasi rant yaratma gibi başka amaçlarla kullanıldı. Her yeni depremle birlikte önlem alınacağı ve riskin bertaraf edileceği söylense de 6 Şubat’ta yaşanan acılar bize aslında hiçbir şeyin değişmediğini gösterdi. Yalnızca kentleşme ve yapılaşma açısından değil, afet yönetimi konusunda da çok eksiklikler olduğunu ve hazırlıkların yetersizliğini gördük. İktidar görev yaptığı çok uzun süre boyunca afet yönetiminde birçok değişiklik yaptı ve tek adam rejiminin inşa sürecinde tüm yetkiyi tek merkezde topladı. Fakat bu değişiklikler ve yapılan yasal düzenlemeler ile ortaya büyük bir yönetim zafiyeti çıktığını, bu alanda yetkin, liyakatli kişilerin tasfiye edildiğini, kapsamlı bir afet yönetimi politikasının, bununla uyumlu acil durum planlamasının olmadığını gördük.
Bu tablo ile yakalandığımız Kahramanmaraş depremleri 17 Ağustos’tan bu yana geçen bunca zamana rağmen afetler karşısında çok zayıf olduğumuzu acı bir şekilde gösterdi. Bugün hâlâ müdahale edilmeyen kırılgan konut dokusu, sürekli çıkarılan imar afları ile yasallaşan kaçak yapılar, zemin etütleri yapılmadan verilen yapılaşma izinleri afetlere dayanıklı, sağlıklı kentler değil en fazla rant değeri üretmeye yönelik olarak hazırlanan imar planları ile ülkemizdeki diğer deprem bölgelerinde de durumun çok farklı olmadığını biliyoruz. İnşaat sırasındaki denetim eksikliklerinin yanı sıra kolon kesme, taşıyıcı duvarları kaldırma gibi bilinçsiz müdahaleler sonucunda mevcut yapı stokunun deprem dayanımı tamamen ortadan kalktı. Bu uygulamaları ne tespit edecek ne de müdahale edecek bir mekanizma olmadığı gibi, bunlar imar afları ile yasallaştırıldı. Yani iktidar kırılgan yapı stokumuzla yüzleşmek bir yana, bundan siyasi rant elde etmeye çalıştı.
İktidarın deprem körlüğüne karşı, potansiyel tehditler taşıyan çok büyük bir yapı stoku ile karşı karşıyayız. Ülkemizde yaklaşık 10 milyon yapı var ve sadece 2 milyonu 1999 sonrası değişen mevzuata göre yapılmış. Ülkemizin %70’inin deprem bölgesinde olduğunu hesaba katarsak kalan 8 milyon yapının, yaklaşık 6-7 milyonu potansiyel olarak risk taşıyor. Yani acil olarak tespit edilmesi ve bir program dâhilinde müdahale edilmesi gereken devasa bir riskli yapı stoku bizi bekliyor. Elbette bu yapıları tespit ve müdahale etmek, şehirlerimizin afet dayanıklılığını sağlamak çok büyük bir kaynak gerektiriyor. 6 Şubat depremleri sonrasında Dünya Bankası bu kaynak ihtiyacının yaklaşık 500 milyar $ olduğunu söyledi. Marmara Depremi üzerinden geçen 24 yılda kamu kaynakları ile bu büyük maliyet karşılanabilecekken; biz bu kaynakları kullanılmayan büyük köprüler, tüneller, havalimanları, yollar, büyük şehirlerimize eklenerek onları daha da azmanlaştıran yeni uydu şehirler ve hayali kanal projeleri üzerinden yandaş firmalara aktararak tükettik. Yani yapı stokumuzu yenilemek, güçlendirmek yerine yeni zenginler yaratmayı tercih ettik.
Bir başka taraftan 6 Şubat depremleri yeni bir gerçekle daha yüzleşmemiz gerektiğini gösterdi. Sadece 1999 öncesi yapılan eski yapı stokumuzun sorunlu olduğunu farz ederken, yeni yapıların da yer yer eskileri kadar risk taşıdığını gördük. Yenilenen mevzuata, güncel yapım tekniklerine uygun yapıldıkları ve denetlendikleri için az hasar almasını beklediğimiz yeni yapılar da depremde önemli kayıplara yol açtı. Hatta trajik, açıklanamaz görüntülerle karşılaştık. Birlikte yapılmış ikiz apartmanlardan 6306 sayılı Afet Kanunu’na göre riskli yapı ilan edilerek yeniden yapılanın tamamen çöktüğü, eski yapının ayakta kaldığı akıl almaz örnekler ile karşılaştık. Depreme dayanıklı ve güvenli şeklinde reklamları yapılan lüks konutlar, rezidanslar ne yazık ki insanlarımıza tabut oldu.
Zemin durumuna uygun olmayan imar planı kararları, yeterli zemin etüdü yapılmadan verilen inşaat izinleri, doğanın kurallarını ve bilimin yol göstericiliğini dinlemeden rant hırsıyla yapılanların sonucunu acı bir şekilde gösterdi. Ticarileşen yapı denetim süreci, yetersiz mühendislik hizmetleri, malzeme ve işçilik kaynaklı problemler, kaçak yapılara göz yuman imar afları, denetim görevini yerine getirmeyen merkezi ve yerel yönetimler şeklindeki hatalar zinciri kaçınılmaz sonu büyük bir yıkımla getirdi. Bu son bize, sorunun sadece bilime ve tekniğe yeterince kulak verilmemesi değil aynı zamanda bir ahlak ve sistem sorunu olduğunu gösterdi. Ne yazık ki yapılan tüm bu hatalar, umursamazlık, beceriksizlik ve iş bilmezlik bizi bu felakete sürükledi.
Sonuç olarak deprem öncesinde ve sonrasında yapılması gerekenler yapılmadığı, kamu adına bu işlemleri düzenlemesi gereken iktidar yükümlülüklerini yerine getirmediği için 6 Şubat’ta yaşanan afet bir felakete dönüştü. İktidarın deprem gerçeğini görmezden gelmesi, yani deprem körlüğü yaşadığımız acılara zemin hazırladı. Bir sonraki olası depremde yine büyük yıkımlar ile karşılaşmak istemiyorsak, önümüzde yapılması gerekenlerden oluşan uzun bir liste var. Bizi ülkece fedakârlık isteyen zorlu bir görev bekliyor ve başka bir şansımız da yok. 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerine iktidar gözlerini kapadığı için hazırlıksız yakalandı ama vatandaşlar ve sivil toplumun iş birliği ile büyük bir dayanışma sergilendi. Aynı acıları yeniden yaşamamak için sivil toplum örgütlenmesini, kamuyla iş birliğini artırmamız, tek adam iktidarının beceriksizliğine karşı bilime ve ortak akla dayanan yeni bir yönetim sistemini inşa etmemiz gerekiyor. Yani iş yine bizlere düşüyor. Şimdi ülkemiz için, çocuklarımızın geleceği için, dayanıklı şehirlerde sağlıklı ve güvenli bir yaşam için yeni bir başlangıç diyerek kolları sıvama zamanı.