İktisat Notları: Sermaye Puslu Havayı Sever

Darbe teşebbüsü sonrasında OHAL koşullarında toplumun büyük bir kesimi derin bir endişe ve kaygı içindeyken oldukça net olan bir kesim var: Sermaye. Bir kez daha ortaya çıkmaktadır ki, “sermaye puslu havayı sever.” OHAL’in puslu ortamında, iktidarın ve sermayenin emekçi sınıfların kazanımlarını hedef alan uygulamalarının karşısında durabilmek için emekçilerin söze ve siyasete ihtiyacı var. Diğer bir deyişle, sermayenin olağan koşullarda hayata geçiremediği uygulamaları OHAL’de yürürlüğe koymasının karşısında durabilmek için emekçilerin söze ve siyasete ihtiyacı var.

İlk olarak belirtmek gerekir ki, olağanüstü dönem, sermaye tarafından olağanüstü yağma fırsatı olarak değerlendirilmektedir. Ağustos’da Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen Torba Yasa, bu hamlesinin en net göstergesidir. Torba Yasa’da, dikkat çeken bir düzenleme, kamusal alanlara ve kurumlara yönelik “olağanüstü özelleştirme programı”dır. Bugüne dek fabrikaları, eğitimi, sağlığı, kamu hizmetlerini, madenleri ve üniversiteleri özelleştirme çabası içinde olan siyasal iktidar, bugün de kamunun elinde kalan son varlıkları elden çıkarmayı gündeme almıştır.

AKP’nin bu “olağanüstü özelleştirme programı”, siyasal iktidara yakın sermayeyi güçlendirme ve emeğin tüm haklarını yok etme hamlesidir. Şu an itibarıyla, “olağanüstü özelleştirme programı” tepkiler üzerine askıya alınmıştır.

Olağanüstü dönemin sermaye tarafından yağma fırsatı olarak değerlendirilmesinin bir başka biçimi ise, yine son Torba Yasa’dan çıkan Türkiye Varlık Fonu gibi projelerdir. Türkiye Varlık Fonu A.Ş.’nin yapılanmasına bakıldığında, sermayesinin Özelleştirme Fonu’ndan sağlanacağı, böylece özel hukuk hükümlerine tabi olacağı ve Sayıştay denetimine tabi olmayacağı anlaşılmaktadır. Bu fona kaynak ise, açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla fonun bono ve tahvillerinin satışıyla sağlanacaktır. Diğer bir olasılık ise, SSK’nın prim gelirleri nasıl düşük faizli devlet tahvilleriyle heba edildiyse, benzer sürecin yaşanmasıdır. İşsizlik ve emeklilik fonlarının kemirilmesidir. İkinci olarak, olağanüstü dönemde, emekçilerin birikimlerine ve geleceğine göz dikilmektedir. Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 10 Ağustos 2016 tarihinde yasalaşması ile emeklilik sisteminin devletin temel bir sorumluluğu olmaktan çıkarılarak uzun vadede özelleştirilmesinin önü açılmıştır. Çok hızlı bir şekilde yasalaşan Bireysel Emeklilik Sistemi ile emekçilerin sırtından ulusal tasarruf yapılması amaçlanmaktadır.

Bireysel emeklilik fonları, Dünya Bankası ve IMF’nin 1980’li yıllardan itibaren yaygınlaştırdığı neoliberal politika araçlarıdır. Bu modelin pilot ülkesi de, bilindiği gibi Pinochet darbesi sonrası Şili olmuştur. Bireysel emeklilik fonlarının amacı, mali piyasalara ve böylelikle özel sektör yatırımlarına kaynak sağlamaktır. Bireysel emeklilik sistemi, işçi sınıfının ücretlerinden kanun zoruyla yapılacak prim kesintilerinin bireysel emeklilik fonlarına yatırılması üzerine kuruludur. İşçi kendi yaşamında yapamadığı tasarrufu kanun zoruyla sermaye sınıfı için yapacaktır. Buna karşın elde edeceği getiri, piyasaların oynaklıklarına, kaprislerine tabidir.

Üçüncü olarak, olağanüstü dönemde, sermaye emeğin haklarının gaspına yönelmektedir. Darbe sonrası, Oda ve Borsa Başkanları İstişare Toplantısı’nda Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri manidardır: “Sizlere güveniyorum.” ardından ise konuşmasına, sermayenin ayağına dolanan emeğe dair tüm düzenlemeleri ortadan kaldırma vaadiyle devam etmiştir:

Diyelim ki bir işçiden memnun değilsin, kapıya koyuyorsun, ihbar tazminatını, kıdem tazminatını veriyorsun, gidiyor iş mahkemesine tekrar geri gönderilip bu defa farklı bir ikramiye ödemek suretiyle almak zorunda kalıyorsun. Bunları bizim gözden geçirmemiz, gerek özel sektör, gerek devletin bu anlayıştan kurtulması gerekmez mi? Bir insan çalıştığı kuruma eğer ihanet içindeyse, faydalı değilse bu insanı sırtımızda taşımaya mecbur değiliz. Tekme tokat kapıya koyalım demiyorum, ihbar ve kıdem tazminatını verirsin ‘başının çaresine bak’ dersin. Hukukta buna amir. Ben ekonomi, iş hukuku okudum. Kalkıp ‘devletin malı deniz yemeyen domuz’, girdin mi içeri ölene kadar kal orada, böyle bir şey olmaz.” [Kaynak: http://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-dan-is-adamlarina-sizlere-8673664 -haberi]

Darbe girişimi öncesi, siyasal iktidarın gündeminde emeğe yönelik üç düzenleme vardı: Kıdem tazminatı fonu, taşeron yasası ve bireysel emeklilik sistemi. Bireysel emeklilik jet hızıyla meclisten geçmiştir. Aynı şekilde emeğin haklarını gasp eden diğer iki düzenlemeyi de puslu havada meclisten geçirmelerinin yollarını arayacakları açıktır.

Sonuç olarak, emek siyaseti ve sendikal siyaset açısından, OHAL’de sermayenin emek karşıtı düzenlemelerine karşı sürecin takip edilmesi ve mücadele odaklarının örülmesi önemlidir. Özelleştirmeye karşı, Türkiye Varlık Fonu gibi yeni yolsuzluk ve usulsüzlük kapıların açılmasına karşı mücadele yükseltilmelidir. Emekçiler için kamu emeklilik sistemi talebi savunulmalıdır.

OHAL döneminde, “milli mutabakat” söylemi dayatılırken, sermaye sınıfının kendi çıkarlarını, hiçbir mutabakat aramaksızın siyasi irade haline getirmesinin karşısında durmak şarttır. Sonuç olarak, OHAL’de emek için koşullar iki misli karanlıksa emekçiler ve emek siyaseti de iki misli kararlı olmalıdır.

print