Portre: “İnadın ve Israrın İnsanı”: Alp Selek

Selek’in hayatına bakıldığında, çocukluğundan itibaren avukatlığın ve siyasetin aslında kendisine hiç de yabancı olmadığı hemen fark edilir. Onun bu konularla münasebeti babası Cemal Hakkı Selek’e dayanır. Cemal Hakkı Bey, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve İsviçre Genève Hukuk Fakültesi mezunudur. Kendisi Adalet Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü, Emlak ve Eytam Bankası Muhaberat Müdürlüğü, İstanbul Üniversitesi Tedris İşleri Direktörlüğü gibi yerlerde çalışmış, bununla birlikte TBMM’de Türkiye İşçi Partisi İzmir milletvekilliği yapmıştır.

İzmir milletvekilliği sırasında Meclis’te yaptığı konuşmalardan biri de o zamanki Yüksek Hakimler Kanunundaki değişiklikler üzerinedir. Anımsamakta fayda var. Cemal Hakkı Bey’in, dönemin hükümeti Adalet Partisi’nin yargı üzerindeki siyasi etkilerini arttırmak için yapmaya çalıştığı değişikliğe dair söyledikleri, aslında günümüzü de ışık tutuyor ve hala anlamını koruyor. Selek’in konuşmasından kısa bir örnek vermek bunu görmek için yeterli olacaktır; “… tasarının düzenlenmesinde bu gerekçeye uyulmamış savcıların atanma ve nakilleri, Anayasa Mahkemesince iptal edilen 77.maddedeki atama ve nakil kuruluna bırakılmış, şu farkla ki, kurulun başkanlığına bu defa Adalet Bakanlığı Müsteşarı yerine Adalet Bakanı getirilmiş, böylece siyasi güç sahiplerinin savcılar üzerindeki etkisi daha da artırılmıştır. Bu tasarı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun Anayasa Mahkemesince iptal edilen 77. maddesinden daha fazla Anayasaya aykırıdır. Tasarının bu yolda düzenlenip Parlâmentoya sevkedilmiş olması sebepsiz değildir. Seçim sathı mailine girmiş bulunuyoruz, AP iktidarı parlâmentoya sevk ettiği ve sevk etmeye hazırlandığı TRT «Anayasa nizamını koruma» gibi Anayasa dışı zincirleme tasarıları kanunlaştırıp seçim ortamını dilediği gibi yürütmek hedefi peşindedir. Müzakeresini yapmakta olduğumuz tasarı bu zincirin halkalarından birini teşkil eder…”

Alp Selek de, babasının ziraat mühendisi olmasını istemesine rağmen hukuk fakültesine girmiş ve 1959 yılında avukat olarak çalışmaya başlamıştı. Selek, meslek hayatına başladığı andan itibaren bir sosyalist olarak işçi sınıfı mücadelesinde yerini almış, dönemin siyasi atmosferi çerçevesinde ve üyesi bulunduğu TİP’in avukatı olarak birçok direnişte, sendikal ve siyasi davada mesleğini icra etmiştir. Örneğin; ilk girdiği sendikal dava Kavel davasıdır. 1963 yılında Vehbi Koç’a ait olan Kavel Kablo fabrikasında Amerika’dan gelen müdürün baskıcı yönetimine karşı yapılan direniş sonrasında, 12 işçi tutuklanmış, 52 işçi ile ilgili 5 ayrı dava açılmıştı. Selek, bu işçilerin davalarını yürütenler arasında olmuştur. Bundan sonra ise art arda diğer siyasi davalar gelmiştir.

Kendisinin ifadesiyle girdiği siyasi davaların en önemlilerinden biri 1970 yılında Behice Boran’ın da tutuklandığı TİP davasıydı. Bu dava, Necla Fertan, Erşen Şansal ve Selek’in de içinde bulunduğu geniş bir avukat toplamıyla takip edilmişti. Yine bir başka önemli dava Ertuğrul Kürkçü’nün de içinde yer aldığı 83’ler davası yani Denizciler davasıydı.

Maden-İş sendikasının avukatlığı, sonrasında ise hukuk müşavirliğini yaptı, bu sebeple Singer, Demirdöküm direnişleri, işçilerin hakları için mücadele etti.

15-16 Haziran olayları ile ilgili DİSK yöneticilerine açılan davalarda çalışan avukat ekibinin içinde de yer almıştır.

12 Mart döneminde de Ankara’da ve İstanbul’da birçok davayı takip eden Selek, 12 Eylül’de ise TİP yöneticisi olması sebebiyle tutuklanmış ve davalarda müdafii olarak değil, sanık olarak yerini almıştır. Bu yargılamalar sonucunda 8 yıla mahkum olmuştur. Tutukluluk döneminde de içeride hukuk mücadelesini bırakmamış ve tutuklu bulunan diğer devrimcilerin davalarına yardımcı olmuştur.

Selek tüm tehditlere rağmen, büyük bir ısrarla hukuk mücadelesini sürdürmüştür. Örneğin; Gün Sazak’ın öldürülmesinden sonraki günlerde, sağcılar otobüs basıp kimlik kontrolü yaptıktan sonra iki üniversite ve bir Kabataş lisesi öğrencisini almışlar, arabayla götürdükleri yerde de gençleri vurmuşlardı. Selek, öldürülenlerden birinin davasını yürütmeye başlamıştı. Selek’e eve tehditler gelmeye, “Alp, bu sağcılarla solcular arası savaş değildir. Bu vatanını sevenlerle diğerleri arasındadır. TİT” diye bildiriler gelmeye başlamıştı. Selek, bu tehditler karşısında kendi ifadesiyle davayı “daha da davayı sahiplenerek” işini yapmıştı.

Bir hukuk mücadelesi de kendi mesleği için…

Cezaevinden çıktıktan sonra, dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu tarafından İstanbul Barosu’na yazı gönderilmiş ve Avukatlık Kanunundaki “ağır cezadan hüküm giyen avukatın, isminin baro levhasından silineceğine” ilişkin hükmün uygulanması istenilmişti. Ancak İstanbul Barosu, Selek’in savunması doğrultusunda, verilen ağır ceza hükmünün mesleği ile ilgili olmaması sebebiyle, bu hükmün Selek’e uygulanamayacağına karar vermiş ve ismini levhadan silmemişti. Ancak Bakanlığın bu konuda bir adım daha atması ve İstanbul Barosunu yasal soruşturma başlatmakla tehdit etmesi üzerine Baro silme kararı vermiş ve Selek’in karara itiraz etmesi üzerine dosya bu sefer TBB’ye gönderilmişti. TBB silme kararını oybirliğiyle bozdu. Ne var ki, Bakanlık TBB kararını onamadı ve dosya idare mahkemesine taşındı. Selek, savunmasında Anayasaya aykırılığı ileri sürmüş ve bu sebeple dosya Anayasa Mahkemesine gitmişti. Anayasa Mahkemesi ise söz konusu hükümde Anayasaya aykırılık olmadığına karar verdi.

Selek bu sefer de , ilk kararından sonra 60 günlük süreyi aştıktan sonra ikinci kararı vermesi sebebiyle, silme kararını geri alması için İstanbul Barosu’na başvurdu, İstanbul Barosu -bu kararı daha sonra kendilerinin görevden alınmaları için Bakanlık tarafından dava açılmasına sebebiyet vermesine rağmen- oybirliğiyle silme kararını geri aldı. Bunun üzerine İdare Mahkemesi’nde açılan dava da sonlandırıldı. Bakanlık, buna da itiraz etmiş olsa da, Danıştay 3’e 2 Selek’in lehine oy vererek davayı sonuçlandırdı. Böylece Selek’in inadı Bakanlığı yenmiş ve levhadan ismi hiç silinmemiş gibi, TCK m.141’den ceza almış bir kişi olarak avukatlığa devam etmiştir.

Meclis’e maddi/ manevi tazminat davası

20 yıla yakın İstanbul Eczacı Odası’nın avukatlığını yapan Selek, burada çalıştığı dönemde Meclis’i dava ederek ilginç bir davayı gündeme getirmiştir. Davanın açılmasının başlangıcı ilgili kanun doğrultusunda TEB Genel Kurulu’na delege seçilebilmek için 200’e kadar üyesi olan odaların 5, 200’den fazla üyesi olan odaların ise 7 delege seçilebilmesine dayanmaktaydı. Selek, bu tip bir seçimin demokrasiye, eşit temsile, en önemlisi Anayasa’nın açık hükümlerine aykırı olduğunu belirterek, Anayasa hükümleri doğrultusunda, delege sayısının belirtilmesi için Türkiye Eczacılar Birliği Yönetim Kurulu Başkanlığı’na bir yazı yazmış, oradan gelen ret cevabına karşı Ankara İdare Mahkemesi’ne dava açmıştı. Mahkeme, Anayasa’ya aykırılık talebini ciddi bularak dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne yolladı, Anayasa Mahkemesi de Anayasaya aykırılık olduğuna karar vererek, ilgili kanun maddelerini iptal etti ve bu kararı 6 ay erteledi. Asıl davanın açılmasına sebep ise, TBMM’nin bu 6 ay içinde iptal edilen maddelerle ilgili bir yasa çıkarmamış olmasıydı. Selek bunun üzerine Meclis’e karşı, Anayasa’nın açık hükmünü ihlal ederek seçme seçilme hakkını önlediği gerekçesi ile Eczacı odası ve 7 delege üzerinden manevi tazminat davası açtı. Mahkeme, manevi tazminat için davacıların gelir durumunu tespit yoluna gitmiş, hatta Meclis’ten de yasayı niye zamanında çıkarmadığına ilişkin açıklama istemiştir. Davanın açılmasından iki gün sonra hızlıca Meclis kanunu çıkardı. Sonuç olarak, Mahkeme “Meclis yoğunluğundan geç çıkarmıştır ve kaldı ki manevi tazminat için kusur gerekir. Yasanın geç çıkarılmasında Meclis’in kusuru yoktur.” gerekçesiyle aleyhe karar verdi. Mahkemenin kararına rağmen Selek kıvrak zekasıyla, memlekette ilk defa Meclis aleyhine maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açılabileceğini göstermiş ve bu mücadelesi ile Meclis’in hızlıca kanunu çıkarmasına sebebiyet vermiştir.

En zor hukuk mücadelesi…

Belki de Selek için en zor davalardan biri, avukat kızı Şeyda Selek’in de içinde yer aldığı bir ekiple yürüttükleri kızı sosyolog Pınar Selek’in yargılandığı “Mısır Çarşısı davası”dır. Selek, devrimcileri, işçileri hatta kendisini savunduktan sonra bu sefer de kızını savunmak için hakim karşısında yerini almıştır. Bu davada Pınar Selek, hiçbir somut delile dayanmayan iddialarla yargılanmış ve patlamanın gaz kaçağından olduğunun bilirkişi raporları ile kanıtlanmasına rağmen, 16 yıldır süren davada son olarak İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi 4. kez beraat kararı vermiştir.

Selek’in uzun mücadele yaşamına bakıldığında tüm yaşamının, sosyalist ve hukukçu kimliğinin ısrar ve tebessüm ile yoğrulmuş ahenkli bir birleşimi olduğu görülür. Alp Selek,insanlığı, kocaman kalbi ve bitmek bilmeyen azmi ile hukuk mücadelesinde açtığı yolda bizlere ışık tutmaya hala devam ediyor.

print