2017 yılının en çok konuşulan hukuk olaylarından biri de iş hukukunda zorunlu arabuluculuk ve hukukçu bilirkişiliğin kaldırılması idi. Aslında birbirinden farklı olan bu iki kurumu ortak ele almamızı zorlayan neden, iş davalarında her iki kurumun çakıştırılmalarını sorgulamaktır. Hukuk ve iş kamuoyunun yaygın kanısı, iş mahkemelerinde hukukçu bilirkişiliği kaldırarak davaların uzamasını ve bu yolla daha zayıf durumda olan işçinin, işverenle dezavantajlı durumda arabuluculuğa zorlanmasıdır. Bu konuda siyasal değerlendirme yapmak elbette sendikalar ve siyasi partilerin görevidir. Ancak, hukukçu bilirkişiliğin kaldırılması, mesleğin profesyonelleri olan yargıçlarla avukatların iş koşullarını oldukça zorlayacağa benziyor. Konunun işçi işveren ilişkilerini nasıl etkileyeceği de bir başka sorun. Sorunu bir dizi yasal mevzuat hükümlerini açıklayarak anlatmak mümkün. Ancak en iyi anlatım yolunun örnek üzerinden gitmek olduğunu düşündüğümden, geçmiş günlerde kaleme aldığım bir yazıyla örneklendireceğim:
“İşçi Şakir 10 yıldır bir atölyede asgari ücretle çalışmaktadır. Son aylarda maaşlar geç ödenmekte, fazla mesailer ise hiç ödenmemektedir. Şakir, fazla mesailere güvenerek aldığı kapıcı dairesinden bozma dairenin taksitlerini ödeyememeye başlamıştır. Bankadan uyarı yazıları üst üste gelmeye başlar. Şakir, karısının kendisine “sen ne biçim adamsın” der gibi bakmaya başladığını düşünmektedir. Bir sabah işe gitmek için durağa vardığında, işyeri servislerinin de kaldırıldığını öğrenir. Aslında çalıştığı sektörde ihracat durduğu için işveren zora girmiştir. Bunu öğrenen Şakir, yeni bir iş arayışına girer. Bir yandan da birikmiş kıdem tazminatı ve ücret alacaklarını alabilmek için dava açmaya hazırlanmaktadır. Çünkü işyeri her an kapanabilir, işveren ortadan kaybolabilir diye paniğe kapılmıştır.
…
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 11. sayısında okuyabilirsiniz.