Öncelikle belirtelim ki, bu satırların yazarı, dinamiklerine aldırmaksızın, “yerelleşme demokrasi getirir, merkeziyetçilik antidemokratiktir” tezinin izleyicisi değildir. Yerel projecilik işlerini demokratik, merkezi planlama anlayışını antidemokratik ilan eden neo-liberal görüşün piyasa fetişizmi, dünyanın dört bir yanında çoktan mahkûm edilmiştir…
O halde yönetim ölçeği ve demokrasi ilişkisine yönelik görüşümüzün başlangıçta ortaya konulmasında yarar var: Verili kapitalist koşullarda, seçilen yönetim ölçeği, birikim modelinin gereksinimlerine göre şekillendirilir. Bundan da öte, ulusal ölçekte iktidarlar da, bu genel eğilimle uyumlu olmak kaydıyla (küreselin siyasi/ iktisadi taleplerini garanti ederek), kendi “özgün modellerini” inşa etme muhtariyetine sahip olabilirler.
Bu teorik çerçeveden hareketle şimdi, Türkiye’nin yakın geçmişini ve referandum sonrası görünen geleceğini analiz edebiliriz.
Türkiye’de 1961 Anayasası’nın kurduğu yerel yönetimler- merkezi hükümet ilişkisi, AKP’li yıllarda adeta dağıtılmıştır. “Çevre’nin merkeze yürüdüğü” siyasi iddiasıyla kurgulanan yeni iktidar, hem merkezi hem de çevreyi, yalnızca siyasi değil, iktisadi gerekçelerle de biçimlendirmeye çalışmıştır.
…
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 9. sayısında okuyabilirsiniz.