I. Giriş
4 Haziran 2019 tarihinde açıklanan ve kamuoyunda önemli tartışmalara yol açan Yargı Reformu Strateji Belgesi1, “İlke ve Değerler” başlıklı bölümünde belgenin amacının yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının geliştirilmesi olduğunu ve bu amaçla belli bir kıdemdeki hâkim ve savcıların istekleri olmaksızın görev yerlerinin değiştirilememesine yönelik coğrafi güvencenin sağlanacağını belirtmektedir. Belge bu yönüyle olumlu bir düzenleme hedeflese de, aynı belgede 2017 senesinde 6771 sayılı Kanun ile yapılan anayasa değişikliğinin yargı bağımsızlığını güçlendirdiği iddiasında bulunulmuş ve bu değişikliğin getirdiği anayasal yapıya ilişkin hiçbir değişiklik vaadinde bulunulmamıştır. Bu durum da hâkimlerin ve savcıların mesleğe kabulü, atanması, nakilleri, terfileri ve her türlü özlük ve disiplin işlerini yürüten Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na parlamentonun da üye seçmesi sağlanarak Kurul’un demokratik meşruiyeti güçlendirildiği iddiasıyla gerekçelendirilmiştir. Oysa uygulama bir yana, karşılaştırmalı hukuktaki örnekler göstermektedir ki yargıç ve savcıların özellikle atanmaları açısından siyasal organların rolü arttıkça yargı bağımsızlığı açısından sorunlar gözlenmektedir. Bu sorun hukuk sistemi gelişmiş olan ve dünya ölçeğindeki endekslerde yargı bağımsızlığı algısı çok yüksek çıkan ülkelerde dahi gözlenmektedir. Bu durum özellikle yüksek yargıçların atanmasında daha görünür olmaktadır. Bu sebeple bu kısa yazıda -savcıların idari görevleri vesilesiyle Adalet Bakanlığı3 ile organik bağının yüksek olması da göz önünde bulundurularak- yargıçların bağımsızlığına4 ilişkin bazı anayasal ilkeler hatırlatılacak; daha sonra Kıta Avrupası’nda yargıçların atanmasına ilişkin bazı güncel tartışmalar ışığında Türkiye’de yargıç bağımsızlığının temel faktörü olarak yargıçların atanmasında siyasi organların rolünün azaltılmasının önemi hatırlatılmaya çalışılacaktır.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri dergisinin 21. sayısında bulabilirsiniz.