Hukukun üstünlüğü kuralı her birey için çok önemlidir. Her birey, toplumdaki yeri, mevkii ve makamı ne olursa olsun mevzuat çerçevesinde belirlenmiş haklarına sahiptir ve söz konusu hakları bağlamında herkese ve her güce karşı korunaklıdır. Birey, mutlak değil, mevzuat çerçevesinde belirlenmiş haklara sahiptir ve bu haklar bağlamında korunaklıdır. Bireyin mutlak haklarından vazgeçtiği ilk aşamada Hobbes ve Rousseau ile yaptığı sosyal sözleşme yer alır. Sosyal sözleşmede birey toplum içinde sağlanan güvenlikle mutlak özgürlüğünü takas etmiştir. Bu takas işlemi yüzeysel görüntüsüyle bir fedakârlık değil, genel korumadan yoksun ortamda karşılaşacağı risklerden topluca korunmanın doğal bedelidir. Sosyal sözleşme ile sağlanan güvenlik bir vatandaşlık hakkıdır.
Günümüzün çağdaş toplum yapısında vatandaşlık hakkı adalet üzerine inşa edilir. Toplumsal kurumların temel ilkesi adalet, düşünce sisteminin temel ilkesi ise gerçekliktir. Gerçeklik üzerine inşa edilen adalet ilkesinin temel kuralı, bir bireyin özgürlüğünün toplumun diğer kesiminin daha büyük bir yararı uğruna dahi kısıtlanamayacağı koşuluna dayandırılır. Bu kurala göre, adil bir toplumda vatandaşlar özgürdür ve kişisel özgürlükler, diğer kişilerin özgürlüklerini kısıtlamamak ve/veya onlara zarar vermemek koşulu ile kısıtlanamaz. Böylece, ekonomik işlemler ya da ilişkiler dışında sair toplumsal ilişkiler bağlamında çatısı belirlenmiş adalet ilkesine göre gerçekleşmiş haklar politik tartışma konusu yapılamaz. Adaletsizlik, ancak çok daha büyük adaletsizliği önleme gerekçesi ile savunulabilir.[i]
Adalet hukuksal normlarla bireysel hak ve özgürlük sınırlarını çerçeveleyen sistem olarak tarihin aşamalarından süzülerek günümüzdeki düzeyine ulaşmıştır. Günümüzde hak-hukuk-adalet arayışı ve savunusu yapılırken köleliğin hâkim olduğu antik Yunan ve Atina filozoflarına, Epiküryen ve Stoacılara değil, on yedinci yüzyıl ve sonrası filozoflara atıf yapılır. Günümüzün başat düşünce sistemi üçlü aşamanın tarihsel-düşünsel kanallarda imbiklenerek ulaşılmış sonuçtur. Birincisi, modern dünyanın oluşumunu şekillendiren on altıncı yüzyıl reformlarıdır. Reformların en önemlisi de, Ortaçağın dinsel tekilliğinden dinsel çoğulculuğa geçiş ve böylelikle Luther ve Kalvin’in de yollarının açılmasıdır.[ii]İkincisi, merkezi otorite olarak çağdaş ulus devlet yapılarının ortaya çıkışıdır. Üçüncüsü ise, modern bilimin, matematiğin ve ona dayalı fizik biliminin geliştirilmesidir.[iii] Bu süreçlerde hak ve özgürlüklerin gelişme ve bunların yasalara yansıma biçimini izlemek amacıyla tarihte ufak bir gezinti yapmamız gerekiyor.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 39. sayısında okuyabilirsiniz.
[i] Rawls, John (1999), A Theory of Justice, The Belknap Press of Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts, s. 3-4.
[ii] Hegel, G.W. (1991), Elements of the Philosophy of Right, (H.B.Nisbet, terc.), Cambridge University Press, s. 302.
[iii][iii] Rawls, John (2000), Lectures on the History of Moral Philosophy, Harvard University Press, London, s.5-6.