Biz cumhuriyetçiler, yurtseverler, solcular, sosyalistler birbirimizle çok kavga ettik.
Lakin bir ortak noktamız var; Biz kurduğumuz cumhuriyetlerde hep büyük meydanlar yaptık, büyük meydanlara büyük heykeller diktik. Büyük meydanlar kamusal insanın yuvasıdır. Büyük heykeller insanın yükselişidir. İktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirmenin bayramı Cumhuriyet, kamusal insanı hep yükseğe taşıdı.
Kuşkusuz bir zamanlar en güzel meydanlarımızdan biriydi Taksim. O vakit betonla isyan örtmek, kepçe ile tarih yıkmak yoktu. Taksim’in ortasında bir büyük anıt var. Belki de Cumhuriyet’in hikayesini özetliyor.
Anıtın iki yüzü var.:
Bir yüzü kurtuluşu öbür yüzü kuruluşu anlatıyor.
Kurtuluşun yüzünde Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’nün dışında iki asker daha var; İki Sovyet Generali, Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov. Varlıkları tesadüf değil. General Frunze Kurtuluş Savaşı’nın en çalkantılı döneminde, Lenin’in talimatıyla, olağanüstü elçi sıfatıyla 13 Aralık 1921’de Ankara’ya geldi. Mustafa Kemal’le görüştü, Sakarya Cephesi’ni gezdi. Meclis’te konuştu, Mücadele için düzenlenen mitinglere katıldı. Mareşal Voroşilov ise savaşın taktiğine yardımcı olmak amacıyla Ankara’ya geldi. Milli Mücadeleye fiilen destek verdi.
Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in tartışmasız en önemli meydanına Osmanlı’nın üvey evladı heykel sanatının örneğini dikerken bu iki ismi unutmadı. Heykel, Cumhuriyet’in hangi ittifakla ve elbette kime karşı kurulduğunu da özetliyor. Bir yüzünde askeri kıyafetleriyle ve yanındaki generalleriyle yürüyen Atatürk, kurtuluş yolunda. Öteki yüzünde sivil kıyafetleriyle ve halkıyla kuruluş heyecanı yaşıyor.
Cumhuriyet Devrimle Kuruldu
Kurtuluş ve Kuruluş…
Bir devrim neler yapmadı ki? Kentlere koca meydanlar inşa edildi. Büyük heykeller dikildi. Kız okulları, köy enstitüleri, halkevleri açıldı. Sanayileşmiş, kalkınmış bir ülke yaratmak için ekonomi planlandı. Darülfünun kapatılıp üniversite yeniden kuruldu. Avrupa’da ırkçılık kol gezerken ünlü akademisyenler Türk üniversitelerinde ders veriyordu. Şeriat yerini modern hukuka bıraktı. Kadın erkekle devlet önünde eşitlendi. Kadınlara Avrupa’dan önce seçme ve seçilme hakkı tanındı. Saltanat yerini cumhuriyete bıraktı, hilafetten laikliğe geçildi. Bütün bu devrimler ve daha fazlası yaşadığı topraklardan işgalcileri kovan bir idare tarafından kısa sürede gerçekleştirildi. Kısacası kurtuluş için savaşan adamlar postallarını çıkarıp makosenlerini giyerek bu kez toplumsal devrim mücadelesi verdi.
Niyazi Berkes bu yüzden “Kemalizm devrimi, Mustafa Kemal’in arkasındaki bir avuç ilericiler ile, gene bu savaş içinde bulunan muazzam gericiler kütlesi arasında didişile didişile, santim santim koparılmış bir devrimdir” derken, Doğan Avcıoğlu “bağımsızlık içinde, toplumsal devrim yoluyla çağdaş uygarlığa ulaşma” ifadeleriyle devrimi özetlemişti.
İşte cumhuriyet o devrimin Taksim Meydanı’na inşa ettiği ittifaktan koptu. Berkes’in “muazzam gericiler kütlesi” dediği siyasi yapı partileşti. Piyasa ekonomisiyle, küresel güçlerle bütünleşti. Kendisinden “santim santim” koparılan devrimleri geri aldı. AKP, cumhuriyetin tasfiyesinin siyasi öznesi oldu. Gerici ittifak, cumhuriyetin sembolik kalelerini fethetti.
Bu Yola Mecburuz
Cumhuriyete ve laikliğe mecburuz. Yalnız eşitlik ve özgürlük isteyenler için değil, toplumu bir arada tutmak için dahi laiklik ve cumhuriyetten başka yolumuz yok.
15 Temmuz girişimine bakın…
Dinci bir Cemaat, dinci bir partiye darbe yapıyor. Sokaklarda kan akıtıyor. Sonra emniyet, asker, yargı, özetle devlet ve toplum yeniden yapılanıyor. Eski Cemaat’in yerine yeni Cemaatler yerleşiyor. Okuyucular, Yazıcılar ve diğerleri… Sadece Nurcu ekolden 10 farklı grubun devlette örgütlendiği bir düzen bu. Böyle bir hukuk, böyle bir kolluk, böyle bir düzen yaşayabilir mi?
Sadece İsmailağa Cemaati içindeki kavgalara bakın. 87 yaşındaki “kerametli” şeyhi fraksiyonlar paylaşamıyor. Marifetçiler, İsmailağacılar, Cübbeliciler… Kavga öyle büyüyor ki birbirlerine kılıç çekmeler mi dersiniz, kafir ilan etmeler mi? Öfke nöbeti birinin diğerinin içinde cami olan külliyesini yıktırıyor. Mezheplerine, tarikatlarına, fraksiyonlarına kadar nefretle bölünmüş bir halk bir arada durabilir mi?
Laikliğin çöküşü, yurttaşlığın çöküşüdür. Yurttaşlığın çöküşü eşitliği öldürür, eşitsizlikten doğan sapkınlığı büyütür. Çocuklara tecavüz münferit mi sanıyorsunuz? Son 10 yılda muhafazakarlık ile pedofili atbaşı gidiyor. 2006 yılında çocukların cinsel istismarı nedeniyle açılan dava sayısı 2.414, verilen toplam karar sayısı ise 3.778’di. Bu davalardan çıkan mahkumiyet kararı ise yüzde 42 buçuk ile 1.607 ’ydi. 2015 yılında aynı nedenle açılan dava sayısı neredeyse yüzde 700’lük bir artışla 16.957’ye yükseldi. 24.983 kararın yüzde 55.9’u (13.968) makumiyetle sonuçlandı. Dincileşen toplum en aşağılık cinsel suçun, çocuk istismarının yatağı oldu. Böyle bir toplum ortak bir ahlaka dayanabilir mi?
Eğitim vakıflaşıyor, vakıflar tarikatleşiyor, tarikatler iktidarlaşıyor. Türkiye’de imam hatip okullarında eğitim gören öğrenci sayısı 1 milyon 179 bin. Sadece bir yılda imam hatipli sayısı 99 bin kişi arttı. Türkiye’de geçen sene 3 bin 110 imam hatip okulu bulunuyorken bu sene bu rakam 4 bin 167’ye fırladı. Cumhuriyet devriminin halkevlerinin, köy enstitülerinin, sanat okullarının yerini artık sübyan mektepleri, tüm müfredatı dincileşmiş okullar ve “her yer hatip herkes imam” sistemi alıyor. Böyle bir düzende bilim, bilim insanı, bilimsel üretim yeşerir mi?
Cumhuriyetin ve laikliğin yükselişi kadının da yükselişidir. Laikliğe açılan savaş kadına açılan savaştır. Dinciler kadını eve kapatır, üretimin dışına iter. Yurttaşlık hakkını tartışılır hale getirir. Türkiye OECD ülkeleri içinde kadın istihdamında en geride. Kadın yönetici oranı İslam ama cumhuriyet olan İran’ın bile gerisinde. Ekonomi bakanının işsizliği iş arayan kadınlara bağladığı, iktidarın en tepesinden “madam gibi değil adam gibi” diyerek kadının aşağılandığı, tecavüze uğradığında dahi kadının hatası aranan bir düzen. Böyle bir düzende medeni hukuk, cinsiyet eşitliği hatta aşk yaşanır mı?
Cumhuriyet, iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirirken kaderini insanın eline verdi. Burjuvayı burjuvazi yapan, işçiyi işçi sınıfı yapan onun kendi tarihini yazabilmesi değil mi? Laiklik yoksa yazım yoktur, yazgı vardır. Sendika olmaz, grev olmaz, sigorta olmaz. Konya’daki, Kayseri’deki tarikat fabrikalarında rıza vardır, şükür vardır, tek sendika işverenindir. Yazgılı ve tarihsiz bir çağdan insan çıkar mı?
Sanatın çöküşünden bahsetmiyoruz. İnsan yaratıcılığının en uç örneği heykellerin yıkılışını anlatmayalım. Melih Gökçek’in dinazor heykellerinin yerinde onlar vardı… Kamusal insanın sembolleri olan meydanları yıktılar.
Cumhuriyet’in bir ayağı aydınlanmaysa öbürü kalkınmadır. Kalkınmanın sembollerini parçaladılar, yerine Arap şeyhlerinin dolarlarını, müteahhitlerin betonlarını koydular. Böyle bir ekonomiden “kendini kendi elleriyle üreten” bir düzen çıkar mı?
Savaş Tüm Modern Değerlerle
Bugün cumhuriyet ve laiklik çökerken Ortaçağ düzeni ilerliyor. İktidar yeniden göğe, parmaklarımızla değemeyeceğimiz yere yükseliyor. Ortaçağ kötümserliktir, korkudur. Vebadan korkar, fırtınadan korkar hatta cadılardan korkar. Cumhuriyet ve laiklik düzeni iyimserliktir. Vebayı tedavi eder, fırtınayı hesaplar, cadıların değil arseniğin öldürdüğünü bilir.
Cumhuriyet’e savaş açanlar insanın Ortaçağ’dan çıkışının bulduğu tüm çözümlere saldırıyorlar. Hesaplaşmanın yalnız Cumhuriyet’le olduğunu sanmayın. 1827’den beri Tıbbiye, 1834’ten beri Harbiye, 1859’dan beri Mülkiye var. Ama bir gecede yok oluyor. Laiklik ve cumhuriyetin çöküşü, buharlaşan her şeyin katılaşmasıdır.
Tekrar olsun, Ortaçağ düzenine teslim olmayacaksak, laikliğe ve cumhuriyete mecburuz.
Şemsettin Günaytaylarla Olmaz
Peki nasıl kuracağız?
Nasıl olmayacağını biliyoruz.
Laiklik Anayasa’da var, ders kitaplarında var, parti program- larında var. Ancak muhalefette yasak. “Bize dinsiz derler”, “oy kaybederiz”, “şimdi sırası mı” diyenler aynı zamanda “papazlardan papaz beğen” diyor. Dincilere karşı dincilerle mukabele ediyor. Balyozla yıkılan cumhuriyete çekiçle vuruyor.
CHP’li Başbakan Şemsettin Günaltay’ın Meclis’teki meşhur konuşmasını hatırlıyor musunuz: “…İlkokullarda din dersleri okutturmaya başlayan hükümetin bir hükümetin başbakanıyım…”
Günaltay’ın sözleri “dinsiz” diye suçlanmasının önünde engel olmadı.
Kuşkusuz bir düzenin başarısı iktidar olmasında değil, karşıtlarını bile kendi düzenine mahkum edebilmesinde yatıyor. Laikliğin, cumhuriyeti güçsüz kılan, onun altına dinamit koyanlara karşı fitil olmaya hazır taraftarlarının olması. Zira vücudun kendisini bağışıklık sistemiyle savunması gibi, devrimler de kendisini tarihten hızlı koşan devrimcilerle savunuyor. Cumhuriyetin ve laikliğin bugün ardından ağıt yakanlara, mesihlere ya da peygamberlere ihtiyacı yok. Taksim Meydanı’ndaki anıt gibi, bir yüzü kurtuluşa öbür yüzü kuruluşa bakan devrimcilere ihtiyacı var.
Eski bir şarkı değil, şimdi daha yakından duyuyoruz.