Özellikle Cumhuriyet Tarihi açısından laiklik hep tartışılagelen bir başlık olmuştur. Tartışmalar kavramsal olduğu kadar Anayasa değişikliklerinden eğitime, devlet kadrolarının belirlenmesinden güvenlik politikalarına, siyasi kamplaşmalardan rejim tartışmalarına kadar hayatın neredeyse her alanıyla şu ya da bu şekilde ilişkilidir. Bence tartışmasız olan bir diğer husus ise; laikliğin gerilemesinin demokrasinin, hak ve özgürlüklerin, hukuk devletinin gerilemesine paralel işlediği. Bu tespiti yaptığımda sanki ideal/ ideale yakın “laik bir devlet” olduğumuz bir dönem var da ona referans verdiğim sanılmasın. Ancak laiklik ilkesi bağlamında ele alacağımız her başlıkta yaşanan fiili ve hukuki değişikliklerin laiklik ilkesi ile mesafesinin de aynı olmadığı açık. Şöyle ki; Laiklik ilkesinin Anayasa’da yer almasının, bu ilkenin çıkarıldığı hâle göre “daha” demokratik bir devleti işaret ettiği açıktır. Ya da eğitimin fiili olarak dinselleştirilmesinin, cemaatlere bırakılmasının/alan açılmasının bunun olmadığı döneme göre laiklik ilkesinde ve hukuk devleti/demokrasi açısından da gerilemeye denk gelmektedir. Bu göreceli değerlendirmenin “zaten hiç laik olmadık ki” yaklaşımına göre, laiklik karşıtı hamlelere karşı yürütülecek mücadelenin diri tutulması için daha elverişli olduğunu düşünüyorum.
En somut örneklerden birisi bugünlerde yaşanıyor. Cumhuriyetin laiklik/laik hukuk adına en büyük kazanımlardan olan Medeni Kanun’la ilgili değişiklik “olgunlaştırılıyor”. Bu çerçevede toplantılar sempozyumlar düzenleniyor. Muhtemelen AYM eksenli yaratılan kriz de bu değişikliğin kaldıracı olarak kullanılacak. Yeniden Refah Partisi ve Hüda-Par’la ittifak kurup, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilip, ailenin karşısına LGBTİQ+ haklarını koyan iktidarın Medeni Kanun’u değiştirme girişiminin laiklik ve hak ve özgürlükler bakımından neyi amaçlayacağı açık olsa gerek. Mevcut Medeni Kanun’un laik hukuk eksenli kazanımlarına dönük geriletme girişimlerine “zaten hiçbir zaman laik olmadık ki” demek yerine en güçlü direnişi göstermek gerek.
Laikliğin gerilemesinin demokrasinin, hak ve özgürlüklerin, hukuk devletinin gerilemesine paralel işlediği -bence- olgusu, laiklik mücadelesinin geniş kesimlere mal edilmesinin ve bir avuç “halka yabancılaşmış” tuzu kuru “elitin” derdinin olmadığının, tam tersi geniş kesimlerin “derdi” olduğunun anlatılmasında güçlü bir “tutamak” olacaktır.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 40. sayısında okuyabilirsiniz.