Marksizm Hukukun Nesnesi Üzerine Konuştuğunda

Hukuka Marksist yaklaşımlar arasında esaslı farklar olsa bile hepsi için ortak bir noktadan bahsetmek mümkündür: Marksizm, söz konusu sistemli bilgi üretimi alanının (hukukun) araştırma nesnesini, normların ötesinde, normlar tarafından düzenlenen/işletilen ilişkilerde ve bu ilişkilerin hukuk üzerindeki etkilerinde arar.1  2

Her disiplin “nesnesine” sual eder. Burada mesele cevapların suallerden önce bulunup bulunmadığıdır. Hukuka Marksist yaklaşımların na-mevcut özünde (terkibinde, közünde vs.) araştırma ateşini harlatan şey, cevabı daha önceden verilmeyen sorulardır.

Marksist yaklaşımın nesnesine “nasıl”dan ziyade “neden” diyerek yaklaşma temayülü vardır. “Neden?” sorusu tabii ki “kendinden iyi” değildir; dahası, bu soru çalışmanın nesnesine (masaya yatırılan şeye) yöneltildiğinde tehlikeli bir hâl alır. Manalı sayılabilecek herhangi bir cevap başlangıcı bile, eleştirel bir duruş noktasının mevcudiyetini ve sosyal bütünlüğün birbiriyle bağlantılı pek çok veçhesini hem dikine hem de enine keserek (eklektizme düşmeyecek şekilde) ilerlemeyi gerektirir.

Her şeye rağmen, “neden” sorusuyla başlamak önemlidir. Devlet aygıtlarının, kurumların, örgütlerin, normların nasıl olup da oldukları gibi olduklarını betimleyerek, somut gerçekle zihindeki somut arasındaki mesafeyi azaltmak mümkün değildir zira. Ayrıca, “nasıl” sorusu, çok gerekli olup pek çok açıdan bilimsel çalışmaların esaslı bir sorusu olmakla birlikte, “bir şeyin farklı görünümleri arasındaki -bazen çelişik- biçimlenmeleri” açıklamak için uygun da değildir. “Nasıl” sorusunu yegane soru olarak kabul eden araştırmacı, çelişkilerle başa çıkamadığında ya önüne çıkan sorun yumağına âşık olur; gösterileninden kopuk gösterenler akışı karşısında büyülenerek ipe sapa gelmez ama “şık” laflar eder (bu durumda farklı zamanlarda farklı toplumlardan farklı konularla ilgilenen bu araştırmacıların dediklerinin özeti, “hiçbir şeyi bilemeyiz”, “o da olur bu da”, “yaşasın liberal demokrasiler”, “bırakın herkes kendi kimliğini yaşasın”, “yüzer gezer iktidar her yerde” gibi tanıdık cümle kalıplarından oluşan bir paragrafta verilebilir) ya da çelişkilerden korkarak kendisini “teknik” bir alanın güvenli sularına demirler ve kendi alanının içerisinden icazetsiz geçen gemilere gülle sallar.

Neden sorusuna eleştirel bir duruş noktası üzerinden cevap verme çabası, hukuka Marksist yaklaşımları -her durumda olmasa da çoğunlukla- ekonomi politik disiplininin yöntemi üzerinden ilerlemeye iter. Zira hukukun nesnesi üretim ilişkileridir. Her olgu gibi onlar da kendi hesaplarına konuşmazlar; konuşturulmaları (“okunmaları”) gerekir. Bu ilişkiler hukukun dışında var olup da hukuk tarafından işletilseler de, hukukla iç içe olsalar da ekonomi politik yöntemin ilgi alanına girerler. Hukuka ekonomi-politik perspektiften bakıldığında, hukuktaki dönüşüm hiçbir zaman sadece hukuk alanındaki dönüşüm değildir. Onu anlamak için normların, normlardaki dönüşümün bilgisi yetmez; normlar tarafından düzenlenen ilişkilerin bilgisine de gerek vardır.

Hukukun ekonomi politik yöntemle incelenmesi yeni değildir. Ancak popüler bir uğraş da değildir. Bu bağlamda hukuk kurallarını bu kurallar tarafından düzenlenen ilişkilerin bilgisi üzerinden -yeniden- “okuma” edimini, “hukukun ekonomi politiği” olarak adlandırmak mümkündür.

Bilgi hep bir şeyler için vardır, hukuk çalışmalarının ürettiği bilgi de böyledir: Yönelimseldir. Hukukun nesnesi üzerine tartışmalar da bu yönelimsellikten etkilenir. Hukuk bilgisinin kerameti kendinden menkul birtakım normu somut olaya tatbik etme işineyöneltilmesi durumunda da üretilen bilgi pek çok durumda mevcut toplumsal düzenin -mevcut çelişkileriyle birlikte- yeniden üretilmesinde etkin hale gelir.

Kapitalist üretim ilişkilerinin genişletilmiş yeniden üretiminde menfaatiniz olduğu ölçüde (toplumsal pozisyonunuz bu yeniden üretim işinin belirli bir noktasında biçimlenen pratiklerin tekrarı dolayımıyla korunacak ya da iyileştirilebilecek gibiyse) hukukun nesnesini aksiyomlar, değerler ve normlardan müteşekkil bir bütün olarak kabul etme tavrı güçlü bir eğilim olarak karşımıza çıkar.

Sistemin yeniden üretiminde amil ve kerameti kendinden menkul (demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları vs.) ilkelerin ve bu ilkelere dayanılarak yürütülen (nihayetinde küresel ölçekte değer üretim ve paylaşımı üzerinde esaslı etkiyi haiz olan ve bu nedenle aynı anda kapitalist ve emperyalist içeriklerle uyumlu) faaliyeti düzenleyen normların kutsiyetini verili sayan muhalefet de genellikle yönetici sınıf içinde olup da yönetici bloğa dâhil olmayan gruplar ya da bunların sunduğu pozisyonları talep edenler tarafından yapılır.

Bu son nokta (merkez-kapitalist/emperyalist toplumsal formasyonlara küresel ölçekli değer aktarımını mümkün kılan devlet biçiminin, ilkelerin ve normların “ilerletici ve uygarlaştırıcı” etkilerinden medet umarak muhalefet örme hevesi) burjuva hegemonyasının tesisi sürecinde biçimlenen tarihsel blokları meydana getiren “sol” katkıları deşifre edebilmek açısından önemlidir. Söz konusu “katkılar” Marks’ın ve Marksizm’in demokrasiye nasıl medyun olduğunu; pragmatizmin ve popülizmin her daim kötü olamayacağını (en azından bunların hayırlı/iyi varyantları bulunduğunu); hukukun ortak iyiye yaptığı katkının değerinin en iyi Marksistler tarafından bilinmesi gerektiğini; Marks’ta gizli kalmış olan liberal değerlere yönelik hırslı bir araştırma programının ufkumuzu nasıl açacağını; daha az kötü olanın kuramını; proletarya diyemesek de (prekarya ya da çokluk olabilir) bilgisayarlı ve otorite karşıtı bir güruhun gücünü ABD Anayasası’nın kurucu ilkelerinde bulan ya da yapma iktidarından alan otonom yaratıcılığının önemini ve sair ağır entelektüel araştırmayı “ezber bozucu şekillerde” gündemde tutarlar.

Diğer yandan, “normların kerametini verili saymama ediminin” onları inkâr etmek anlamına gelmediğini belirtelim. Normların etkilerini önemseyen bir tavır, normları, onların tekabül ettikleri, düzenledikleri ve böylelikle yeniden üretiminde yer aldıkları ilişkiler dizgisini ve bu dizginin normatif ifadesinin etkilerini, belirli bir durum ve mekânda verili bir fail açısından hesaplayabilmek kapasitesini geliştirmek anlamına gelir. Yeri gelmişken belirtelim: Normlarca düzenlenen ilişkilerin bilgisi, normların somut hallerini oldukları biçimiyle birebir “okuma” kapasitesini vermez. Zira günümüz Marksizm’inin pek çok varyantı açısından üretim ilişkileri ve onu düzenleyen hukuki/ahlaki araçlar arasındaki ilişki bir yansıma ilişkisine tekabül etmez.

Hukuk kurallarını bu kurallar tarafından düzenlenen ilişkilerin bilgisi üzerinden -yeniden- “okuma” edimini, “hukukun ekonomi politiği” olarak adlandırmak mümkündür dedik. Bir disiplin olarak hukukun ekonomi politiği, hukuk normlarını verili kabul ederek onları bir olaya tatbik etme uğraşını “hukukun yegâne uğraşı” olarak kabul eden yöntemlerin karşısında yer alır. Hukukun ekonomi politiği, hukuk normlarını ve dolayısıyla hukukun kendisini “açıklanacak şey” olarak masaya yatırma ve üretim ilişkilerinin “işleyişinde” ve “yeniden üretiminde” hukuka bir rol biçme çabalarının uygun ismine denk düşmektedir.3

Şu ana kadar ortaya konulanlardan, yukarıda çizilen tablonun hukuk alanındaki sınıf mücadelesini ve hukuk ve sınıf ilişkisinin karmaşık yapısını anlamak açısından önemli ipuçları ihtiva ettiğini savlayabiliriz. Bu ipuçları yöntemden, normların içeriğine; normların içeriğinden, hukuki biçimin otonom etkisine kadar geniş bir alanda, somut durumun somut analizi için kullanılmaya uygundur. Ancak yüksek düzey soyutlamalardan kalkıp paldır küldür somut durumun üzerine kapaklanmamak için “birikim rejimi”, “düzenleme tarzı”, “birikim stratejisi” gibi ara- düzey soyutlamalar (basamaklar) kullanmak; sermaye birikiminin farklı coğrafya ve zamanlarını; çevresel toplumlarla yarı-çevresel ve merkez kapitalist sosyal formasyonların farklarını; ilgili toplumlarda etkin tarihsel yapıların olası müdahalelerini; pre-kapitalist ve kapitalist üretim ilişkilerinin özgül eklemlenme biçimlerini, dolayısıyla, farklı soyutlama düzeylerinin somut durumun analizi sürecindeki etkilerini ihmal etmemek gerekir.

Gelinen noktada hukuka ekonomi politik yöntemin hukuk çalışmaları kapsamında sunabileceği imkânlar üzerine birtakım saptama yapmak mümkündür. Söz konusu saptamalar tüketici biçimde yapılmamıştır. Yazarın ilk anda aklına gelenlerden ibarettirler.

Üretim ilişkilerinin “işleyişinde” ve yeniden üretiminde hukuka biçilen rolü irdeleyen bir kimse

• kendisini toplumsal düzenlemenin sınırsız genişlikteki düzlemi içerisinde pek çok somut durumu (emperyalist müdahaleleri, ulusal borçları, uluslararası paktları, uluslararası kurum kararlarını) kerameti kendinden menkul (hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları gibi) birtakım ilkenin tatbikatının eksikliğine dayandıran sahte “açıklama” ve “anlama” teşebbüslerinden kurtarabilir;

• gösterdiğinden daha çoğunu örten gizemli/ büyülü ilke ve kurallar denizine bakmaktan şehlalaşan gözlerin önüne çekilen perdeyi sıyırıp bir kenarda toplayabilir, değerin üretim ve temellük süreci içerisinde biçimlenen siyasete ve (bir kısmı normlara dönüşen) kararlara başka gözle bakabilir;

• toplumsal yaşamın değerin üretim ve temellük süreci içerisinde biçimlenmeyen hususlarının değerin üretim ve temellük süreci ekseninde eklemlenişi üzerine fikir yürütebilir;

• dolayısıyla hukukun ve diğer sosyal bilimlerin günlük yaşamımıza müdahale etme kapasitesini artırabilir.

Hukukun ekonomi politiği uğraşının sayılan “ulvi” amaçlarının ötesinde hukukçuları ya da diğer meslek gruplarına mensup kimseleri yaptıkları işi eskisinden daha iyi yapmak gibi ek kazançlarla ödüllendireceği de kuşkusuzdur.

Birkaç örnek:

• Uluslararası hukuk açısından bakıldığında, Irak, Suriye, Libya, Afganistan gibi müdahale alanlarında yaşananların (en son Golan Tepelerinde ya da Venezüella’da göz önüne serilenlerin) 1945 ile 1990 arasında geliştiği haliyle uluslararası hukukun külliyen inkârını içerdiği basit gerçekliğinin tanınması gibi hususları bir kenara bırakabilirsek,

1. Uluslararası ortamda bir borçlular konsorsiyumunun neden düşünül(e)mediğini,

2. Sermayenin diğer bütün unsurlarının serbest dolaşımını içeren liberal taahhüdün (emperyalist müdahaleler neticesinde yaşam koşulları tahrip edilen ülkelerin insanları başta olmak üzere) emeğin serbest dolaşımına sıra geldiğinde neden ortadan kalktığını,

3. Uluslararası kurumlar ve örgütlerin neden yoksul ve kimsesiz insanların temsilin içermediğini, sorgulayabilmenin imkanları doğacaktır.

• Ceza hukuku açısından bakıldığında, üretim araçları üzerinde özel mülkiyet ve sair kontrol teknolojilerinin küresel ölçekte benzer usul norm ve sistemlerle korunmasına yönelik normatif, örgütsel ve kurumsal düzeneği ve bunun egemenlik kavramı üzerinde yarattığı baskıyı bir kenara bırakabilirsek,

1. suçla ihlal edilen menfaatin sadece suçun mağduruna ait olabileceği fikri üzerine inşa edilen her türlü “yeniliği”

2. cezalandırma usulü, yöntemi ve şekli üzerine geliştirilen ve suçlunun “kişiliğine göre” ayrıştırılmasına yol açan “buluşları” değerlendirme fırsatları öne çıkacaktır.

• Aynı damardan, sermayenin üretimi, dolaşımı ve yeniden üretimi ile ilgili hususların bilgisi,

1. şirket tiplerini, kıymetli evrakı, sözleşme serbestîsi ilkesini daha net kavramaya;

2. “ticari örf ve âdetin neden ticari olmayan konuları düzenleyen kanun hükümlerine üstün sayılması gerektiği” gibi ahret sorularına sosyal gerçeklikle uyumlu yanıtlar üretmeye;

3. “kamu hizmetlerinin görülmesinde tahkim usul ve esasının” bir gecede birbirine benzemez üç parti tarafından sorunsuzca değiştirilebilmesinin mantığını ortaya koymaya;

4. daha önce kamusal mülkiyete tabi olup ulusal ya da uluslararası ölçeklerde alım satıma konu olmayan varlıkların bireysel mülkiyete tahvili sürecinde meydana gelen normatif, örgütsel ve kurumsal düzenlemenin işlevini düşünmeye;

5. idari vesayet ilkesine yönelik saldırıları -subsidiarite kavramını-, yönetişim tartışmalarını, ve söz konusu somut örneklere benzeyen bir seri hususu “açıklamaya”;

6. 1994 krizinin hemen ardından Yargıtay tarafından “keşfedilen” “işletmenin korunması ilkesinin” anlamını, 2000’li yıllarda yabancı sermaye kuruluşları tarafından Anayasa Mahkemesi’nin özelleştirmeye ilişkin içtihatlarına karşı gösterilen tepkiyi ve benzeri bir seri hususu toplumsal bütünlüğü içerisinde anlamlandırmaya;

7. Banka ilişkisini bilmeden bankacılık mevzuatını tarayan kimselerin çekebileceği sıkıntıların bu ilişkiyi “okuyabilen” kimselere nazaran kat be kat fazla olacağına ilişkin mülahazayı irdelemeye; yarayabilecektir. Burada rastgele verilen örnekler sınırsızca artırılabilir.4

• Sermayenin üretimi, dolaşımı ve yeniden üretiminin gerekliliklerine doğrudan indirgenemeyeceği düşünülen, ancak kapitalist devletin biçimi dolayımı ile siyasal ve ideolojik alan üzerinden gündeme getirilebilecek cumhuriyet, demokrasi, insan hakları gibi hususlarda da hukukun ekonomi politiğinin birikiminden faydalanılabilir:

1. Cumhuriyet hakkında devletin başındaki kimsenin seçimle geldiği bir yönetim olduğunun ötesinde ne söylenebilir? Geleceği mevcut onca çelişkiye rağmen birlikte üretmek için elzem olan yazarsız/öznesiz “proje”ye cumhuriyet desek ne olur? Cumhuriyetin statik ve dinamik boyutları arasında ne tür bir ilişki vardır?

2. Anayasa nedir? Devletin organları ve devlet ile vatandaş arasındaki ilişkileri düzenleyen bir metin oluşunun ötesinde Anayasa için başka ne söylenebilir? Anayasaya verili bir cumhuriyet projesinin normatif ifadesi desek ne olur?

3. Kurucu meclis Anayasa yapan meclis olmanın ötesinde belirli bir cumhuriyet projesinin normatif ifadesini öneren bir yapı olarak düşünülebilir mi?

4. Başkanlık, yarı-başkanlık, parlamenter sistem arası farklar, iktidarı kullanan kimselerin “bu makamlara getirilme biçimlerinin” ötesinde bir yerlerde aranabilecek midir?

5. Seçim nedir? Bir süpermarket rafında mevcut peçetelerden birini seçmekle parti seçmek arasındaki farkı ifade eden şey nedir?

6. Temsil, kurum, örgüt, vakıf, dernek vs. terimlerin (hukuki tanımlarının ötesinde bir anlama sahip iseler, eğer) hukuki ifadeleri ile sosyal içerikleri arasındaki farklılıklar nasıl açıklanabilecektir?

Burjuva hegemonyasına yapılan “sol” katkılar da ancak yukarıda aşk edilen soruların cevapları ile birlikte düşünüldüğünde, başka projeler için anlam üretebileceklerdir. Olası cevap teşebbüsleri için aşağıdaki girişler ilginize sunulabilir:

• Türkiye için, Marksizm’in demokrasi ile bağlantısı üzerinden şekillendirilen yüksek düzey soyutlamalara dayalı önermeler, yarı- çevresel kapitalist bir toplumsal formasyonda biçimlenecek “anti-emperyalist bir geleceği birlikte üretme edimi” bağlamında anlam ifade etmeyecek ise, -en hafif ifadesiyle- kötü niyetlidir. Latinler, kapalı bir “a” ortamı için üretilip açık bir “b” ortamına el çabukluğu marifetiyle geçirilen önermelere dayalı tartışma hilesine ignoratio elenchi derler. Bizdeki karşılığı “Ali’nin külahını Veli’ye giydirmek”tir. Üçkâğıtçılık olarak da adlandırılabilir.

• Bir üstteki tespitle aynı damardan, anti- emperyalizm içermeyen (sosyalist pratik, strateji ve siyasete ait olmayan) bir anti-faşizmin, Hannah Arendt ve sair zevatın faşist Almanya ile sosyalist SSCB’yi otoriterlik donu altında bir kefeye koymaya yönelik teorik stratejisiyle bağlantısını her daim akılda tutmak; toplumları değerlendirirken, ABD’nin üretip yaydığı değer ve kriterleri esas almamak gerekir.

• “Ortak iyi” denilen şeyin içinde bulunduğunuz toplumsal formasyonda şekillenen tarihsel bloktan ve sınıf mücadelesinden ayrı (ahmak değilsek hepimizin anlayabileceği, apaçık) bir tanımı bulunmamaktadır. Cevabı ön-verili değilse eğer, soru, “Hangi toplumun/cumhurun ortak iyisi?” şeklinde sorulmalıdır.

• Pragmatizm ve popülizm kavramları kapitalist toplumsal formasyonlarda dönem ve mekân bağımlı çelişki erteleme stratejilerine gönderme yaparlar; burjuva hegemonyasının ve krizinin, uluslararası ve ulusal boyutları içeren yakıcı güncelliği kapsamında “yetmez ama buna da şükür” dedirtecek hayırlı/iyi versiyonları bulunmaz. Kısacası, emperyalizmden medet ummayın, çarpar. [Henüz] çarpmadığı durumlarda da alçaltır ya da -Lenin’in ifadesiyle- çürütür!

• Marks’ta gizli kalmış liberal değerlere yönelik hırslı bir araştırma programının olası “iyileştirici” etkilerini emekçi sınıf pozisyonlarını dolduran insanlar için istihdam etme çabasıyla, öküzün altında buzağı yakalamaya çalışma gayreti arasında esaslı bir fark bulunamaz. Hele hele liberal değerlere yönelik hırslı bir araştırma programının olası “iyileştirici” etkilerini burjuva insan hakları söyleminin ürettiği fiktif (ve mikro- milliyetçiliğin beslediği somut) özne için kullanıp da yanınızda kimseyi bulamadığınızda hiç şaşırmayın. Sosyalist dayanışma ya aynı teorik üretim araçlarını aynı sınıf için kullananların ya da aynı işyerinde sermaye düzenine karşı emek cephesinin taleplerini üreten ve bunu yaptığı için başı derde girenlerin talep edebileceği bir şeydir. Kaldı ki çoğu kez talep olur ama medet umulmaz. Yola çıkan bunu bilir.

• Mevcut pratiklerin, söylemlerin ve menfaat gruplarının taleplerinin olası etkilerinin teorik hesaplardan düşürüldüğü noktada bulunacak “daha az kötü”, cehennemden başka bir kerteriz noktası kaldırmaz.

• İktidar denilen şey yüzergezer bir meyve tabağına benzemez; dünyanın değişmesinde ya da olduğu gibi kalmasında menfaati bulunanlar arasındaki ilişkinin işlevidir. Bir başka deyişle, iktidar her durumda sınıf iktidarıdır ve çoğu kez siyasal iktidarın kararları içerisinden ete kemiğe bürünür. Kendinden iyi ya da kötü değildir. Dolayısıyla, “yapma iktidarına” ilişkin büyülü sözleriniz, devlet iktidarını kullanma zorunluluğunun üzerini örtemez, derdiniz sömürüyleyse! ABD Anayasası’nın kurucu ilkelerini bildiğiniz (mümkünse bizim bildiğimiz) gibi yapınız!

• Teknoloji bağımsız değişken değildir ve bilgi yaşamı üreten kimselerin ortak malıdır. Malik olmak için ya da ortak olanı kullanabilmek için uygun adı ile çağrılan bir hak süjesi (fail) gerekir. Bir şeyin uygun adı sizin keyfinize değil üretim alanındaki nesnel konumuna göre saptanır.

• Her söylem bir başkasının ezber bozucusu olarak işlev görür. Marksizm içerisine zerk edildiğinde ucuz liberalizmin edindiği işlev de budur.

Öyleyse daha önce cevabını verdiğimiz ama cevabı sorusundan önce bulunmayan soruyu bir daha soralım: Hukukun nesnesi normlar, medeni milletlerce benimsenen evrensel ilkeler, değerler vs. değilse nedir? Bu sorunun cevabı üretim ilişkileridir.

Tekrar edelim: Hukuk kendisine vücut veren normatif bünyenin dışında kendi düzenleme nesnesi olan ilişkilerle birlikte var olur, onlar tarafından ihtiva edilen çelişkileri kendi diline tercüme eder ve onlarla birlikte dönüşür. Normlar tarafından düzenlenen ve ideolojik, siyasi ve iktisadi mahiyeti haiz olan muhtelif ilişkinin içerdiği çelişkilerin kaynağı hukuk olmadığından, bunlar hukuk alanı içerisinde (birtakım kutsal ilkeye uyarak vs.) geliştirilen çözümlerle aşılamazlar. Hukuk söz konusu çelişkilerin ertelenmesi sürecinde eğilimsel olarak kapitalist sınıfa diğerlerine oranla çok daha geniş imkânlar sunar. Aynı şekilde, normlar tarafından düzenlenen ve ideolojik, siyasi ve iktisadi mahiyeti haiz olan muhtelif ilişkinin bilgisi hukuk alanında bulunmadığından, hukukun ekonomi politiği çalışmaları her dönem önem arz edecektir.

Daha çok şey söylenebilir idi, ancak okumak için sabır gösterdiğiniz satırların yazarı olan fakir bu kadarını ihtisar etti.

print
Notes:
1. İlginize: Burada sunulan çalışma daha önce “Türkiye’nin Hukuk Sisteminde Yapısal Dönüşüm”, “Sözün Mülkiyeti”, “Emeğin Kitabı”, Çalışma ve Toplum Dergisi, yayınlan- mamış ortak yazarlı bir “Genel Kamu Hukuku” kitabı ve başka kitap, derleme ve dergilerde çıkan yazılarımdan bir araya getirilen unsurlara dayanmaktadır. Ancak yazı adı geçen metinlerin basitçe birleştirilmesi suretiyle oluşturul- mamıştır. Kendine özgü bir serimlemeye dayanması ve daha önceki fikirlerimin geliştirilmiş hallerini ifade etmesi nedenleriyle yeni sayılmak gerekir, en azından, okumakta olduğunuz satırların yazarına göre öyledir.
2. Okumakta olduğunuz çalışmaya katkıları nedeniyle Onur Karahanoğulları’na, Gökhan Güneysu’ya ve Göksu Uğurlu’ya teşekkür ederim.
3. Bu hususta Onur Karahanoğulları’nın diyalektik hukuk bilimi önerisi de irdelenmelidir. Başlangıç için, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisinin 2015 senesinde çıkardığı ikinci sayıda Karahanoğulları tarafından sunulan taslağa bakılabilir. Adı geçen yazısında “Hukuk Bütünlüğünün Kurulması” başlığı altında, Karahanoğulları şöyle der: “Çelişkileri görebilmek için belirlenimlerin ayırdına varmalı, bunun için de ilişkiyi yakalamalıyız. En çok belirlenimli varlık, bir başka içerik ve tüm dünya ile ilişki içinde olan bir içerik gibi, başka bir şey ile ilişki içinde olan varlıktır.”
4. Bazı durumlarda hukuki düzenlemelerle iktisadi yanı ağır basan üretim ilişkileri arasında korelâsyon tesis etmek daha zor olacaktır. Bu tür durumlar liberal aydınlar tarafından Marksizm’i indirgemecilikle suçlamak için keyifle gündeme getirilir. Okumakta olduğunuz yazının önerdiği perspektif hiç de yeni olmayan bu eleştirilere Marksistler tarafından verilen muhtelif cevap içerisinden birbiriyle uyumlu olduğu varsayılan bir dizgeyi kendi teorik üretimi için tercih etmektedir.