John Stuart Mill, devlet otoritesinin gereksiz yere kullanılmasının bireyin ve toplumun gelişimine zarar verdiğini ve devletin baskıcı/eşit olmayan yasalarının, halkın esareti anlamına geldiğini dile getirmiştir. Öyle ki, Mill’in bu düşüncesini evlilik ve kadın üzerinde somutlaştırdığını görebiliyoruz. Mill evlilik yasalarında evliliğin, kadınların sosyal statülerini geliştirmelerini engelleyecek şekilde düzenlendiğini, bu yasaların eşitlik temelinde olmadıkları için de adaletsiz olduğunu savunur. Mill’in 19. yy. düşünürü olduğunu göz önüne aldığımızda, o dönem yasaları için bunları söylemiş olmasının abes olmadığı kanaatine varmak zor değildir. Keza Türkiye özelinde, Özel hukuk kanunu niteliği taşıyan Mecelle’nin (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye) kadınlara tanıdığı veya tanımadığı haklar düşünüldüğünde; kadınların sosyal statülerinin, özgür birer birey olmaktan çok uzak düzenlendiğini itiraf etmek gerekecektir. Bu bağlamda 1926 yılında kabul edilen Türk Kanunu Medenisi, kadın haklarına yönelik bir reform niteliği taşımaktadır. Fakat yine de reform niteliğindeki bu düzenlemelerin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yayılan özgürlük ve eşitlik dalgalarının zamana etkisiyle yetersiz kaldığı anlaşılmıştır. Batı ülkeleri bu dalgadan çok daha erken etkilenmiş, çağdaş medeni haklar çerçevesinde önemli değişiklikler yapmışken, ülkemizde bu etkinin yasal zemine yansıması ancak 2002 yılında Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) yürürlüğe girmesi ile olmuştur.
Şüphesiz ki 2001 yılında kabul edilen TMK’da en belirgin değişiklikler Aile Hukukuna yönelik olmuştur. Kısaca bunlardan bahsetmek, kadının medeni haklarına yönelik yasal yaklaşımın ne şekilde değişiklik arz ettiğini incelemek bakımından faydalı olacaktır.
…
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 12. sayısında okuyabilirsiniz.