Bu yazıda, yaklaşık 10 yıl öncesine dayanan ve hâlâ devam eden bir hukuki süreçten bahsedeceğim sizlere.
2010 yılında Anadolu’nun bir ilinde yapılan operasyonla, suç örgütü faaliyeti kapsamında ihaleye fesat karıştırdığı iddia edilen yirmi dört şüpheli tutuklanıyor. Q ise şüphelilerden biri (X çok klasik diye Q’yu seçtim, umarım okurken sizi yormam); ancak yakalanamadığından veya yeri tespit edilemediğinden bir şekilde ifadesi alınamıyor Q’nun, dolayısıyla gözaltına alınamıyor ve tutuklan(a)mıyor.
Soruşturmada savcı, birbiri ile bağlantılı dört ayrı suç örgütü tespit ediyor ve yüze yakın kişi hakkında iddianame düzenliyor. Buna göre, eylemlerden bazıları cebir ve tehditle de işlendiğinden, davaya o dönemin özel yetkili ağır ceza mahkemeleri bakacak. İddianameye göre Q da, dosyadaki dört suç örgütünden birinin lideri olarak gözüküyor. Ancak yirmi dördü tutuklu yüze yakın sanığın içerisinde bir örgüt lideri olan Q tutuksuz yargılanıyor. Bu; kaderin bir cilvesi mi diyelim, “Allah’ın sevgili kulluğu” mu diyelim, bilemiyorum.
2011’de görülen ilk celse itibariyle dosyada on altı tutuklu yer alıyor. Bu sayı ve Q’nun da liderlerden biri olması, Q’yu tedirgin ediyor ve zaten başka şehirde ikamet eden Q, ilk celseye gitmeme kararı alıyor. İlk celse sonunda on altı sanığın tutukluluk hali devam ediyor. İkinci celsede Q mahkemeye geliyor ve ifadesini veriyor. Bu ifadeden sonra beklenen, Q ya tutuklanacak ya da tutuklu yargılanan bir kısım örgüt yöneticileri tahliye olacak. Ancak Q tutuklanmadığı gibi, diğer liderler ve bazı yöneticiler tutuklu kalmaya devam ediyor ve tutukevinde geriye sekiz kişi kalıyor. Netice itibariyle dava bir süre, lideri tutuksuz, yöneticisi tutuklu olarak görülmeye devam ediyor. Daha sonra 2011 yılının yaz aylarından birinde tüm sanıklar tahliye oluyor ve dosyada tutuklu kalmıyor. Süreç de biraz olsun normalleşiyor.
Tabii yüze yakın sanığın davasını hemen bitirmek kolay değil. İncelenmesi gereken altmışa yakın ihale var, ayrıca bilirkişi raporu hazırlanacak. Burada artık hukuki süreç, Q’nun aleyhine cereyan edebilir.
Dosyaya 2012 yılının sonunda bilirkişi raporu intikal ediyor ve raporda, beklendiği gibi Q’nun birçok ihaleye fesat karıştırdığına yönelik tespitler bulunuyor. Rapora göre Q, örgüt faaliyeti kapsamında zincirleme şekilde ihaleye fesat karıştırdığı için en az dokuz yıl hapis cezası alacak. Yani -geç de olsa- çanlar Q için çalıyor.
Bu kez, 2013 yılının Mayıs ayında çıkan “4. Yargı Paketi”, hukuki ifadeyle 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun imdada yetişiyor. Bu kanunla ihaleye fesat karıştırma suçunun cezasının alt sınırı, kamu zararı olmadığı durumda 5 yıldan 1 yıla, kamu zararı olduğu durumda ise 7,5 yıldan 3 yıla iniyor. Bu durumda Q hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi dahi mümkün. Yani kanun, sadece insan hakları ve ifade özgürlüğü değil, Q’nun özgürlüğü bağlamında da değişiklikler içeriyor. Bu, kaderin (veya yasamanın) Q’ya ikinci gülümsemesi oluyor.
Ancak unutmayalım, neticede yargılamayı yürüten merci özel yetkili ağır ceza mahkemesi. Cezayı alt hadden tayin etmeyebilir, hukuka aykırı telefon konuşmalarını delil sayabilir, her şeyden önce bu mahkemeler, tarihi ve yapısı itibariyle “cezacı” mahkemelerdir. Bu bakımdan Q açısından tehlike devam ediyor.
Q’ya bu kez, 2014 yılının Şubat ayında çalışmaları başlanan ve özel yetkili mahkemelerin kapatılmasını öngören yeni paket gülümsüyor. Buna göre özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kaldırılacak; dolayısıyla dosyalar artık özel yetkili ağır ceza mahkemesi eli ile yürütülemeyecek.
Dosya, “düz” ağır ceza mahkemesine tevdi ediliyor. Heyet, dosyayı esaslı bir şekilde incelemeye başlamadan önce, İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle, 12.4.1991 günlü, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen geçici 14. maddenin 4. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere” ibaresini Anayasa Mahkemesi’ne götürmesini dikkate alarak, Anayasa Mahkemesi’nin kararına göre dosyaya bakmak veya bakmamak şeklinde karar vermek için dosyayı bir anlamda askıya alıyor (yukarıdaki resmî, bir o kadar da karışık ibareler silsilesi için özür diliyorum).
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin ret kararını öğrendikten sonra da, kararının aslını göndermesi için Anayasa Mahkemesi Genel Sekreterliği’ne yazılar yazıyor. Bu kararın dosyaya intikali için Mahkeme, yaklaşık iki yıl, altı celse bekledikten sonra, “gelinen aşama itibariyle Anayasa Mahkemesi Genel Sekreterliğine yazılan yazı cevabının beklenmesinden vazgeçilmesine” karar veriyor. Bu sırada Q’nun takvimi 2017 yılını gösteriyor.
Daha sonra dosyaya, başka sanıkların da dosyaları ekleniyor ve böylelikle dosyadaki sanık sayısı arttıkça artıyor. Bu sayı 2018 yılında durduğunda, tüm sanıklar açısından değerlendirmeleri içeren yeni bir bilirkişi heyetine gönderilmesi kararı alınıyor. Ancak dosya eksik gönderildiği için tam dosya bir celse sonra gönderilebiliyor ve aradan beş ay daha geçiyor.
Gelinen aşamada, bilirkişi raporu halen dosyaya intikal etmedi. Q’nun suçu sabit görülse bile, zamanaşımı hükümlerinin uygulanması, bu aşamada pek muhtemel.
Bu yazıda Yılmaz Özdil veya Sunay Akın gibi, “Q şuydu” demeyeceğim. Bay Q, birçoğumuz gibi düz bir vatandaş; yargı makamlarına göre ise düz bir lider. Sadece biraz şanslı bir lider.
Şansın yüzünüze güldüğü, hayırlı adli tatiller…