Ne Yapacağız?

Türkiye gibi bir ülkede hukuk örgütlerinin güçlü olması beklenir, değil mi?

Çok uzun bir süredir bir mücadele aracı olmasının ötesinde önemli bir mücadele alanına dönüşmüş bir hukuktan bahsediyorsak bu beklenti daha da hissedilir oluyor.

Ancak öyle değil.

Kabul etmek gerekiyor ki, ilerici, sol güçler yargı içerisinde süren tartışmalara güçlü bir şekilde müdahale edememektedir. Tabii ki yargı içerisinde süren mücadeleye müdahale çabası bulunmaktadır. Ancak bunun sınırlı olduğunu ve yetmediğini, esasen de savunmada kalındığını kabul etmemiz gerekiyor.

Oysa memlekete, yargı merkezli tartışmalara, yargının oynadığı role bakınca ilk akla gelenlerden biri de, yargı içerisindeki ilerici, sol güçler ne yapacak sorusudur.

***

AKP’nin iktidara gelmesinin hemen ardından Türkiye’nin gündemine oturan yargı merkezli tartışmalar, yargının Cumhuriyetin tasfiyesinde ve toplumun şekillendirilmesinde oynadığı özel rol nedeni ile hiç gündemden düşmedi.

Yargı o zamanlardan beri eski yargı değil.

Artık “zor aygıtının bir parçası” olmanın ötesinde, kendisini İkinci Cumhuriyet’in asli unsuru olarak deklare etmiş, yeni bir kimlik oluşturmuş ve kararlarını “yeni” cumhuriyetin ihtiyaçları doğrultusunda veren bir yapıdan bahsetmekteyiz. Tamamen operasyonel bir araca dönüşmüş olan, kuralsızlığı en çıplak hali ile kural haline getirmiş olan bu yapı tüm bunların yanında “kişiliksiz” bir tutum sergileyerek her döneme uygun da şekil alabilmiştir.

Şimdi “yeni” bir döneme (daha) girdik.

Kuşkusuz bir darbe girişimi başarılı olamasa da, birçok noktada kırılma meydana getirir. Hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağı söyleminin bir gerçekliği de vardır. Ancak yargının bir üst paragrafta ifade edilen rolünün, bu rolün taşıyıcısı aktörle-
rinden bağımsız olarak bir süreklilik içerisinde olduğunu, yapının operasyonel bir araç olarak varlığını sürdürdüğünü söylemek gerekiyor. Burada bir kırılma söz konusu değildir.1

Darbe girişiminden önce Hukuk Defterleri’nde Fazıl Say (dini değerleri aşağılama iddiası), Rennan Pekünlü (türbanlı öğrencilerin eğitim hakkını engelleme iddiası), Can Dündar ve Erdem Gül (casusluk ve hükümete darbe iddiaları) ile cumhurbaşkanına hakaret davalarını örnek vererek, İkinci Cumhuriyet rejiminin kalıcılaşması için de davalara özel bir rol biçileceğine işaret etmiştik. Tüm bu davalar gericiliğin siyasal ve toplumsal alana tamamıyla hakim olma çabasında önemli birer araç. Başarısız darbe girişimi sonrası, değil bu halin değişmesi, memleketi soruşturmalar ve davalar üzerinden hizaya sokma hali daha da kalıcı hale gelmiştir.2

Bu tablonun bütünü sorumuzu hemen akla getirmektedir. Öyleyse, yargı içerisindeki ilerici, sol güçler ne yapacaktır?

***

Zaten Yargıda Birlik Derneği üzerinden yargıda etkili tek güç haline gelmiş olan AKP, OHAL döneminde KHK’lar eliyle hayata geçirdiği düzenlemeler ile alanı tamamen temizlemiş durumda. Yargı ayağında da yalnız cemaati değil kendisine muhalif herkesi ya tasfiye ediyor ya da etkisizleştiriyor.

Yargıç ve savcı örgütlenmeleri olan YARSAV ile Yargıçlar Sendikası ise YBD dışında kendi alanında gerçek bir çalışma yürüten yegane yapılar olup, sıklıkla birlikte hareket ederek bu alanda soldan bir ağırlık oluşturmak için hareket ettiler.3 Artık tohumlar atılmış, fidanlar boy vermiştir.

Tüm bu süreçlerde, savunmanın ise “örgütsel yapı” olarak teslim alınamadığını söyleyebiliriz. Bu nedenle de sürekli olarak etkisiz hale getirilmek istendi ve tüm bu yıllar boyunca avukatlar ve örgütleri iktidarın ağır saldırılarına maruz kaldı. Ancak kabul etmek gerekiyor ki, savunma tüm bu yıllar boyunca dağınık halinden de bir türlü çıkamadı.

Zaten Baroların büyük çoğunluğu uzunca bir süredir siyasetsiz ve/veya sessiz idi. Bugün ise bu halin doğal sonucu olarak savunmaya yönelik saldırılara dahi cevap veremez bir konuma gelmiş durumdalar.

Darbe sonrası oluşturulmaya çalışılan “milli mutabakat” için yapılan çağrıya koşanlar arasında hukuk kurumları ile hukukçular da yer aldı. Nedense böylesi durumların ilk alıcıları hiç şaşırtıcı olmayacak bir şekilde “sol”dan çıkıyor. Bu sefer de hem liberal hem ulusal “sol”dan çağrıya yanıt verenler çıktı.4

Arayışın “normalleşme” olduğu açık.

Ama sormak gerekiyor, toplumun adalet arayışında olduğu, hukuksuzlukların, yolsuzlukların ayyuka çıktığı bir dönemde, neden “normalleşme” istenir? Soru açıktır: bu gerici cendere altında yaşamaya mı devam edeceğiz, yeni bir yolu açmak için mücadele mi edeceğiz?

Bu soruların yanıtları önemlidir. Çünkü bugün alınan tutumlar yarının ipuçlarını vermektedir. Bu nedenle de, yargı içerisindeki ilerici, sol güçler ne yapacaktır sorusu önem kazanmaktadır.

***

Yargının tüm bileşenlerinin birlikte hareket etmesinin, bağımsız bir hattı örgütlemesinin gerekliliğini uzun zamandır dillendiriyoruz. Yukarıda söylenenlerden hareketle, bunun ete kemiğe bürünmesi ve bir ürün vermesi ise artık bir zorunluluktur.

Kendi sınırları içerisinde, bu nedenle etkisi sınırlı bir konumlanış mı tercih edilecektir yoksa toplumsal muhalefetin içinde devinen etkili bir konumlanış mı?

Dayanışma halinin kendisinin birlikte hareket etmek için yeterli görüldüğü, bir dizi talebin sıralanması ile imza toplanması gibi çalışmalara takılmış, en nihayetinde savunmaya çekilmiş bir gerçeklik içerisinde olduğumuz da dikkate alındığında böylesi bir bağımsız hattın örgütlenmesi daha da önem kazanmaktadır.

Bağımsız hattın bir yanının örgütsel yapının “tüzel” kişiliğinin bağımsız olarak örgütlenmesi olduğu açıktır. Evet, özellikle baroların bugünkü hali dikkate alındığında da bu önemlidir.5 Ancak, bunun da yetmeyeceği açıktır. Esas olan, böylesi bir örgütlenmenin aklının, karar alma süreçlerinin dış etkilerden bağımsız olmasıdır. Bunun kolay olmadığını, solun sık sık “akıl” bağımsızlığını yitirdiğini ise biliyoruz.

Tüm bu söylenenler, bugüne kadar dile getirilen taleplerin önemsiz olduğu anlamına gelmemektedir. Aksine oldukça önemlidirler ve tüm taleplerin bir bütün içerisinde hayata geçmesi için mücadele edilmelidir. Burada işaret edilmeye çalışılan bu çalışma başlıklarının yerleştirildikleri bağlamdır. Yargıya dair çözüm önerilerinin de “yeni bir ülke/yeni bir cumhuriyet” tahayyüllerimizle buluşması gerekmektedir. “Hukuki” çözümlerin tek başına yeterli olmadığı defalarca görülmüştür.

Öyle ise, adaletten ve emekten yana güçlü ve bağımsız bir hukuk örgütü nasıl hayata geçirilebilir sorusunu ilerici hukukçuların, tüm bileşenleri ile hemen dört başı mamur tartışmaya başlaması gerekmektedir.

Toplumun adalet talebi güçlü bir şekilde örgütlenmelidir.

print
Notes:
1. 17 Aralık sonrası HSYK üzerinden cemaatçi hakim ve savcılara yönelik bir müdahalede bulunulmuş olsa da, yine de HSYK’nın iç dengeleri nedeni ile bu müdahale sınırlı kalmıştı. 15 Temmuz sonrası bu başlık da tamamen kapatılmıştır.
2. Fazıl Say’ın Yargıtay’ın mahkumiyet kararını bozması sonrasında geçtiğimiz günlerde beraat etmiş olması bu durumu değiştirmemektedir. Cumhurbaşkanına hakaret davaları da şikayetlerden vazgeçil mesi gibi arızi bir durum söz konusudur. Fazıl Say’a rastlamış olması ise sevindiricidir.
3. YARSAV darbe sonrası OHAL döneminde çıkarılan bir KHK ile kapatıldı.
4. Bu yazıda sağcı bir “politikacı” olan Metin Feyzioğlu’na yer verilmeyecektir. Kuşkusuz, Türkiye Barolar Birliği Başkanı olmasını yok sayamayız. Ancak “ne yapacağız” başlıklı bir yazıda Feyzioğlu’nın artık iyice kişiselleşen görüşlerinin ve çalışmalarının dikkate alınmasına gerek olmadığını düşünüyorum.
5. Ancak burada kastedilen baroların yerine bir örgütlenme değildir. Zaten avukat örgütlen melerinin eksikliğinden değil, yargının tüm bileşenlerinin bir arada olduğu bir yapılan maya olan ihtiyaçtan bahsedilmektedir.