Emperyalist ülkelerin Türkiye ve benzeri ülkelerde yarattığı savaş ve ekonomik güvensizlik ortamından kaçan mülteciler ucuz, güvencesiz ve en basit iş sağlığı ve güvenliği önlemi dahi alınmadan çalıştırılabilecek köleler olarak görülüyor. Başbakan yardımcısı Veli Kaynak yaşanan gerginliklerin artması üzerine Temmuz ayında yaptığı “Türkiye 3 milyon insanı beşerî sermaye olarak da görmelidir. 3 milyon insan içinde yüksek tahsilliler, uzmanlar var. Şu anda Kahramanmaraş’ta, Adana’da, Osmaniye’de, Gaziantep’te hatta Ankara’da Ostim’de birçok ilde eğer Suriyeliler olmazsa düz işçilik yapan yok. Fabrikalarımız durur.” açıklaması ile bunu açıkça dile getirdi. Bu cümle sadece Türkiye’nin değil, kapitalistlerin mülteci işçilere bakış açısını özetler niteliktedir.
İşim dolayısıyla yaptığımız bazı eğitim çalışmalarında, mülteci işçilerin genellikle uyrukları dolayısıyla sorun yaşadıklarını düşünerek anlattıkları çalışma hayatına dair hikayeleri yukarıdaki bakış açısını destekler paralellikte dinledim. Sigortasız çalışma, işyerinde psikolojik şiddet, fazla çalışma ama asla karşılığını alamama… Bu problemleri aslında adliyelerdeki herhangi bir iş dosyasını takip eden her avukat Türk işçilerden de duyar. Ve zaten bir işçi avukat olarak birçoğunu da geçmişimde deneyimledim. Gittiğim kuaförün çalışanı, evime gelen temizlik işçisi, hemen yan sokakta bulunan tekstil atölyesinin çalışanları mülteci işçiler. Aynı sorunları yaşıyor ama neden birlikte mücadele edemiyoruz? Mülteci işçilere, bu sorunları farklı bir ülkeden geldikleri için yaşadıklarını düşündüren ne?
Bu merakla çevremi daha dikkatli dinlemeye başladım. Dinledikçe ve daha fazla dinlemek istedikçe yer yer tercümanlık desteği verecek kişiler bulmamı da gerektirecek boyuta gelen bu merakı yazmam, daha fazla paylaşmam gerektiği motivasyonuna ulaştım. Bu yazıda asıl amacım işçi sınıfına ve dolayısıyla kendime doğru bakmak.
…
Bu yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 9. sayısında okuyabilirsiniz.