“Gerçek yurtseverler bağımsızlıkçılardır, antiemperyalist olanlardır ve emperyalizme karşı mücadele verenlerdir.”(1)diyor Türkiye sosyalist mücadelesinde mihenk taşı olan kişi ve örgütlerin avukatlığını üstlenmiş devrimci hukukçu Halit Çelenk ve bu sözlerini tüm yaşamı ve mücadelesi boyunca şiar ediniyor.
1921’de Antakya’da doğan Çelenk, ilkokulu Mektebi Sultani’de, orta ve lise öğrenimini Antakya Lisesi’nde tamamladı. Çelenk, ilk gençlik yıllarını, sosyalist düşünceyle tanışmasını, Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyeliğine kadar olan yaşam kesitini şu cümlelerle özetliyor. “Sol ve devrimci düşüncelerle lise son sınıfta karşılaştım ve benimsemeye başladım. Sosyalist dünya görüşümün temeli böyle oluştu. 1940 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenimimi yaparken sınıf arkadaşım Şekibe Sayar’la evlendim. Okuldan mezun olduktan sonra yaklaşık on yıl Samsun’da ceza avukatlığı yaptım. 1960 yılında Ankara’ya yerleştik. 1962’de eşimle birlikte Türkiye İşçi Partisi(TİP)’ne üye olduk.”(2)
1966 Senato seçimlerinde partinin Adana adayı olan Çelenk Çukurova’yı karış karış gezdi ve sosyalizmin, o dönemdeki adıyla toplumcu görüşün propagandasını yaptı. TİP’te İç Demokrasi’ isimli eserinde yer alan konuşmalarının bir bölümünde “Çukurova’dan geliyorum. Bu ovada iki kilo soğan parasına, 45 derece güneş altında, günde 16 saat çalıştırılan tarım işçileri gördüm. … Bu ovada, gece saat ikide yatağından kalkıp saat dörtte ağanın tarlasında işbaşı yapan, akşama dek emek gücünü pamuk tarlasına akıtan insanlar gördüm… Yıllarca bu yoksul insanlar toprak, iş ve geçim beklediler. Bu ümitle birçok partilere oy verdiler. Onları işbaşına getirdiler. İktidarlar değişti ama onlar yine yoksul kaldılar…Emekçi kardeşim, bunun sebebini hiç düşündün mü? Sen şimdiye kadar oyunu ağaya verdin, dönüp ondan toprak istedin. Sen oyunu fabrikatöre verdin, dönüp ondan işçi hakları istedin. Olamaz bu iş emekçi kardeşim olmaz: Kimse bindiği dalı kesmez. Ağa, adama toprak vermez…”(3) diyordu.
Çelenk’in 12 Mart döneminde baktığı sayısız dava arasında, TÖS Davası, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve arkadaşlarının savunulduğu 1. THKO davası, ABD Büyükelçisi Commer’in ODTÜ’de arabasının yakılması olayı davası, 15-16 Haziran Olayları ve bunların ardından açılan DİSK davası, Köy-Koop yöneticileri hakkında açılan dava gibi çok sanıklı, büyük davalar yanında, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Sol Yayınları gibi bilimsel sosyalizmin eserlerini Türkiye’de ilk kez basan ve bu nedenle 142. maddeden yargılanan Muzaffer Erdost ve Süleyman Ege’nin davaları, bunların yanı sıra Adalet Ağaoğlu, Rasih Nuri İleri, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Metin Demirtaş, Kemal Burkay, Adnan Özyalçıner, Arif Damar, Atilla Aşut, Işık Kansu, Asım Bezirci, Talip Apaydın, Öner Yağcı, Doğan Özgüden, Şiar Yalçın, Cihat Aral, Ayberk Çölok, Aşık İhsani, Melike Demirağ gibi sanatçıların davaları, TİP genel başkanlarından Mehmet Ali Aybar’ın, Mihri Belli’nin davası, TİP yargılaması, Dev Genç, THKP-C, Vahap Erdoğdu ve arkadaşları davası sayılabilir.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve arkadaşlarının savunulduğu 1. THKO davası sürerken kendisi ve 10 avukat arkadaşı hakkında, mahkemeye verdikleri yazılı ortak savunmada geçen “önyargı” sözcüğü nedeniyle askeri savcıya hakaret savıyla dava açıldı. Çelenk bu davaya dair savunmasında, savunma hakkının kutsallığına dair şu ifadeleri tarihe not düştü: “Ne Türkiye’nin ve ne de dünyanın Adalet tarihinde eşine rastlanmayan bu ilginç davayı yarınki kuşaklar ibretle ve hayretle izleyeceklerdir ve bu davadan çok şey öğreneceklerdir. Gerçekte bu davada bizler değil, kutsal savunma hakkı yargılanmaktadır. Sanık sandalyesinde bizler değil, “savunma hakkı” oturmaktadır ve sizler bizleri değil, “savunma hakkı”nı yargılamaktasınız. Bu dava ile yargı, onarılmaz bir yara almıştır, adalet boğazlanmıştır. Bu günler, hiç kuşkusuz geçecektir. Şöyle geçecek veya böyle geçecektir. Ölümsüz olan yalnız tarihin yargısıdır. Bir Galileo, kürenin yuvarlak ve hareket halinde olduğunu söylediği için, bir Hallacı Mansur “Enel Hak” dediği için, bir Sokrat gençliğin düşüncelerini ifsat ettiği iddiası ile yargılandılar. Bu ünlü kişilerin düşünceleri ilkokul kitaplarında hala yaşıyor, değerlerini yitirmediler. Ama onları suçlayan güçler çoktan unutuldular. “Hakka Saygı”nın yüceliğini bizlere unutturmaya çalışan bu iddia, ne sonuç doğurursa doğursun, savunma hakkı yine kutsallığını koruyacak, sürdürecek, kuşaktan kuşağa yine saygı görecektir.”(4)
Çelenk, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın isteği üzerine, infazın ve üç gencin idama nasıl tereddütsüz, ödünsüz ve kararlı gittiklerinin ve son sözlerinin, gelecek kuşaklara doğru ve eksiksiz aktarılması adına, Mükerrem Erdoğan’la birlikte idam gecesi yanlarında bulundu.
Tüm Eğitim ve Öğretim Emekçileri Birleşme ve Dayanışma Derneği TÖB-DER’in hukuk danışmanlığını da yapan Çelenk, TÖB-DER yöneticilerinin yargılandığı bir davada Türkiye yargı tarihine geçen aşağıdaki mahkeme kararının savunma emekçilerindendir: “Türkiye’de faşizme ve emperyalizme samimiyetle karşı çıkma, her Türk vatandaşının görevidir, namus borcudur, insan olma haysiyetinin gereğidir. Faşizme ve emperyalizme karşı çıkmayan, samimiyetle bunu kınamayan bir toplumun mevcut dünya koşulları içinde insanca yaşamaya, insan olmaya, haysiyetli hayat sürmeye hakkı yoktur.”(5)
12 Eylül’de ve sonrasında Devrimci-Yol, TÖB-DER, Türkiye Birleşik Komünist Partisi TBKP (Nihat Sargın ve arkadaşları davası), Türkiye Komünist Partisi TKP, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK, Türkiye Yazarlar Sendikası, Türkiye Devrimci Komünist Partisi TDKP, Partizan, Kurtuluş gibi davalarda da savunmanlık yaptı. MHP ve bağlı kuruluşlar hakkında açılan davaya da müdahil aileleri adına katıldı. Birinci Barış Davası’nda avukat iken, ikinci Barış Davası’nda sanık iskemlesine oturdu.
1982 yılında öncülüğünü Aziz Nesin’in yaptığı Aydınlar Dilekçesi’nin yazmanlar kurulunda görev yaptı. Dilekçeyi Kenan Evren’e götüren grubun içinde yer aldı. Dilekçeden ötürü birçok aydınla birlikte, 12 Eylül askeri cuntası tarafından Sıkıyönetim mahkemesinde hakkında dava açılan Çelenk, savunmasında şunları söylemekteydi: “Bu salonda önemli bir dava görülüyor. Çünkü bu dava ile ‘İnsan Hakları’ ve ‘Demokratik Rejim’ yargılanıyor. Davanın önemi, iddianın tutarlı olmasından değil, dönemin ‘demokrasi’ anlayışından, ‘Hak ve Özgürlük’ anlayışından kaynaklanıyor. Gerçekte yargılanan, iddianamede adı yazılı sanıklar değil, …bir dilekçenin içeriği, önerdiği ve dile getirdiği düşüncelerdir. Halkımızın yıllardır süzgecinden geçerek gelen demokratik özlem ve dileklerini ve çağdaş bir demokrasinin ilkelerini içeren bu dilekçede suç bulamayanlar, biçimsel bir dava görüntüsü altında dilekçede yer alan düşüncelerin yargılanmasını istemişlerdir… Bu dava, adalet tarihine, dönemin demokrasi anlayışının, hak ve özgürlük anlayışının bir simgesi olarak geçecektir. Gerçekten bu dava karşısında şaşırmadım… Çünkü 42 yıldan beri hukuk okuyorum. Araştırıyorum. Yerli ve yabancı yayınları inceliyorum, uygulamaları izliyorum. Ulaştığım sonuç odur ki; hukuk, sınıflı toplumlarda, egemenlerin iradesinin bir yansıması olarak ortaya çıkmakta, bu iradenin bir baskı aracı olarak kullanılmaktadır… Kölelik düzeni kendi hukukunu, Feodal düzen feodal hukuku, kapitalist düzen de yine kendine özgü hukuku getirmiş ve bunu egemenlerin çıkarları doğrultusunda oluşturmuş ve kullanmıştır. Ekonomik ve giderek siyasal gücü elinde bulunduran sınıflar ve bunların temsilcileri, yasal düzenlemeleri kendi çıkarları doğrultusunda yapmışlar, uygulamaları bu doğrultuda yürütmüşler, yönetilen sınıf ve tabakaları bu kurallara uymak zorunda bırakmışlar ve yasalara uymayanları suçlu ilan etmişlerdir. Böylece hukuk kuralları egemenler tarafından bir baskı aracı olarak kullanılagelmiştir…”(6)
“Umut Hangi Dağın Ardında” adlı eserinin arka kapağında Çelenk bize şöyle sesleniyordu: “Ben bir savunmanım. Güzel insanları savundum. Halkını seven, onların “Bir orman gibi kardeşçesine” yaşaması için gencecik yaşamlarını veren insanları. Özgürlüklerini, yaşanmamış yemyeşil yıllarını ortaya koyan insanları. Hakça toplumsal bir düzene giden yola ışık saçan insanları savundum. Onlar bir çiçek gibi arı, taze ve renkliydiler. İnsan olmaktı suçları. İnsanları sevmekti, baskısız, sömürüsüz, özgür bir dünya istemekti. Her biri birer dünyaydı. İdealleri için öldüler, idam edildiler, hapis yattılar. Ben bu güzel insanları savunarak, onlarla beraber, insan sevgisini, barış dolu, özgür ve mutlu bir dünyayı savundum. Bu güzel insanları seviyorum. Bir yaşam bu sevgiyle geçti. Kendilerini tüm insanlığa adayanlara bir yaşam vermek çok mu?”(7)
Halit Çelenk, insanlık tarihinin ezen ve ezilenlerin mücadelesinin tarihi olduğunun bilincindeydi. Bin yıllardır süren bir mücadelenin faşist diktatörlüklerle, baskı altında yapılan oylamalarla, katliamlar ve infazlarla, tarihin belli kesitlerindeki yenilgilerle sönümlenmeyeceğini, nihai zaferin kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Yarına umutla seslenişinin nedeni buydu.
“Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam
darağacına
Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni?
Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece
kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi
sunmayacak mıyım
insanlara?
Bakmayacak mıyım yarınlara
Seslenmeyecek miyim
insanlara?” (8)
(1) Yenilmeyenlerin Tanığı / 3. Bölüm / Röportajlar / Syf – 153
(2) Yenilmeyenlerin Tanığı / 3. Bölüm / Röportajlar / Syf – 144
(3) Türkiye İşçi Partisinde İç Demokrasi
(4) THKO Davası yargılama metinleri
(5) Hukuk Açısından TÖB-DER Davası / Syf 205 / Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nin kesinleşen6.1975 gün, 1975/106 Esas ve 1975/297 Sayılı kararı
(6) Aydınlar Dilekçesi Davası / Halit Çelenk Savunması
(7) Umut Hangi Dağın Ardında / Halit Çelenk
(8) Deniz Gezmiş’in idamı sonrasında teslim edilen eşyaları arasındaki cep defterinde el yazısıyla kaleme alınmış şiir