Sosyal devlet rejimi, işlevsel niteliği itibariyle kapitalizmin tamamlayıcısı, ideolojik niteliği itibariyle de sistemin meşrulaştırıcı ve karşıt rejimlere karşı koruyucu kalkanıdır. Sosyal devlet rejiminin yaşama geçirilme ve uygulama düzeyi, farklı dönemlerde yaşanan sınıf mücadelelerinin siyasal arenadaki uzlaşmacı çözümünün yönetsel yansımasıdır. Bu niteliği ile sosyal devlet olgusu mutlak olmayıp, zamanla değişen ve sistemin içsel işleyişi ve dışsal koşullara göre şekillenebilen izafî bir uygulamadır. Piyasa ekonomisinin tamamlayıcısı özelliği ile sosyal devlet uygulaması, kapitalizmin yol açtığı gelir dağılımı bozukluğunun bir dereceye kadar giderilmesi ve bireylere olabildiğince eşit olanak sağlanması amacıyla, sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık ya da ulaşım-iletişim gibi zamanla değişebilen çok farklı alanlarda devreye girer (Barry, 2015). Söz konusu hizmetler kamusal üretim olarak topluma sunulabildiği gibi, kamusal finansmana dayalı özel kesim üretimi olarak da sosyal devlet anlayışı çerçevesinde topluma sunulabilir. İkinci durumda müteşebbis ve kâr faktörü devreye girdiğinden hizmetin kamusal yükü ağırlaşır. Sosyo-ekonomik alanda ise, çalışamaz durumda olan yaşlılar, ağır sakatlar ve mutlak engellilere bakım yanında, tüm topluma yaygın sağlık, işsizlik ve emeklilik sigortası gibi destek hizmetler de en temel sosyal hizmet araçlarındandır (Barr 2012; s.10-3 / Esping-Andersen, 1990).
Kapitalist sistemde mülksüz devletin kaynaklarını vergi yolu ile özel kesimden sağlıyor olmasının doğal sonucunda, sosyal devlet hizmetlerinin maliyeti de özel kesimce karşılanır. Başka bir deyişle, hiçbir ekonomide “bedava öğle yemeği yoktur”! Kapitalist üretim modelinde yaratılan katma değerin ücret dışında kalan büyük bölümü kâr veya artı değer olarak sermaye sahibine ya da rantiyeye tahakkuk ettiğinden, sosyal devlet politikalarında talep cephesi ile maliyete katlanma durumunda olan sunum cephesi arasında belli belirsiz bir tür sınıf mücadelesi yaşanır (Offe, 1984). Sosyal devlet yükleri vergilerle karşılandığına göre, her bir yükümlü vergi verirken “mali yük” e katlanır, sosyal hizmetten yararlanırken “mali kazanç” sağlar ve aradaki fark “mali bakiye” olarak ortaya çıkar (Musgrave, 1959; 182). Sosyal devlet politikaları ile oy avcılığı yapmak durumunda olan siyasal erk, bir yandan mali kazanç sağlayanlarla mali yükleniciler arasında sosyal uzlaşmayı sağlamaya çalışırken, diğer yandan da sistemin aksayan yanlarını “toplumsal huzur” vb. gibi sözde ifadelerle geçiştirmeye ya da bürokratik perdelemelerle kamuoyunun gözünden uzak tutmaya çalışır (O’Connor, 2009; 69-70).
…
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 11. sayısında okuyabilirsiniz.