Özellikle barınma öğrenciler için en güncel sorun. Pandemi döneminin bütün acısını çıkarırcasına yurt ve ev kiralarının fahiş biçimde artışı, daha üniversiteler açılmadan öğrencileri kaygılandırıyor. Evini kapatıp memleketine dönen ve üniversiteye yeni başlayacak öğrencileri emlakçılar, ev sahipleri ve sağlıksız koşullardaki yurtlar arasında bir mücadele bekliyor.
Hukuk Defterleri Dergisi olarak hayatın her alanında kendini gösteren güvencesizliğin gençler üzerindeki yıkıcı etkilerini görüyor ve bu sayfaları onların sorunlarını tartışmak için ayırıyoruz.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Faruk Baydemir, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2021 yılı mezunlarından Zeynep Nur Yalçınkaya ve DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) Uzmanı Deniz Beyazbulut, yayın kurulumuzdan Nurcan Akkaya’nın sorularına cevap vererek 2021 Türkiye’si gençliğinin durumunu değerlendirdi.
Büyük emeklerle hazırlanılan yıpratıcı sınavlar, heyecanla üniversitenin getireceği güzel geleceği bekleyiş ve mezuniyet sonrası yaşanan hayal kırıklığı… Bütün bunlar gelecek kaygısıyla boğuşan her gencin başından geçen hikâyenin özeti. Eğitim masrafları günden güne artarken, artık sadece üniversite mezunu olmak, iyi bir iş bulmak ve iyi koşullarda çalışmak için yeterli değil. “Garanti meslek” vaadiyle çocuklarımızı yönlendirebileceğimiz bir meslek artık yok. Gençlerin büyük çoğunluğu hayatlarının en güzel yılları olduğu söylenen yılları, borç ve işsizlikle mücadele ederek geçiriyor.
Öncelikle gençliğin sorunlarının en çok dile getirildiği üniversitelerden başlayalım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. Sınıf öğrencisi Faruk Baydemir’e sorduk.
Nurcan Akkaya: Üniversitelerin yüz yüze açılmasının ardından pek çok öğrenci sorunu tekrar gündeme gelmeye başladı. Sizce bugün üniversiteli gençliğin en büyük sorunu nedir?
Faruk Baydemir: En büyük sorunlarımız ekonomi temelli sorunlar oluyor. Alım gücümüz günden güne düşerken, temel ihtiyaçlarımızı karşılayamaz hale geliyoruz. TÜİK’in açıkladığı verilerden bile anlaşılacağı üzere üniversite öğrencilerinin birçoğunun ailesi yoksulluk sınırında yaşıyor. Aileler çocuklarına yeterli maddi desteği sağlayamıyor. KYK bursları ise yetersiz; burs alamayan öğrenciler kredi almak zorunda bırakılıyor. Krediler her geçen yıl artan geri ödeme miktarları ile öğrencilerin sırtında büyük bir kambur haline geliyor. Öğrenciler daha üniversite sıralarında bu borç altında eziliyor. Alınan burs ve kredilerin yetersizliği ihtiyaçları karşılayabilmek için çalışmayı zorunlu kılıyor. İş bulmak zor olsa da bir şekilde iş bulabilenler ağır ve güvencesiz çalışma koşulları altında çalışmak zorunda bırakılıyor.
Enflasyon dolayısıyla gıda, giyim, barınma gibi temel ihtiyaç kalemlerinin bulunduğu sektörlerde büyük bir fiyat artışı olduğunu görüyoruz. Özellikle barınma öğrenciler için en güncel sorun. Pandemi döneminin bütün acısını çıkarırcasına yurt ve ev kiralarının fahiş biçimde artışı, daha üniversiteler açılmadan öğrencileri kaygılandırıyor. Evini kapatıp memleketine dönen ve üniversiteye yeni başlayacak öğrencileri emlakçılar, ev sahipleri ve sağlıksız koşullardaki yurtlar arasında bir mücadele bekliyor. KYK yurtları hem kontenjan hem de nitelik bakımından yetersiz olduğu için maddi durumu iyi olmayan öğrenciler cemaat ve vakıf yurtlarında kalmaya mecbur bırakılıyor.
Üniversitelerin açılmasıyla eğitim giderlerini karşılayamayan, konser veya tiyatroya gidip arkadaşlarıyla oturup bir kahve içemeyen, hatta beslenme giderlerini karşılamakta güçlük çektiği için ucuz ve sağlıksız gıdalara yönelen gençler göreceğiz.
Bunlar yetmezmiş gibi öğrenciler, yoğun bir gelecek kaygısı ile hayal kırıklığına uğramış bir şekilde eğitimine devam ediyor. Örneğin benim okumuş olduğum fakültede gördüğüm kadarıyla, hukuk fakültesini tercih edenlerin ana tercih sebebi güzel bir gelecek hayali idi. Fakat üniversite öğrencilerinin genelinde olduğu gibi hukuk öğrencileri de büyük bir gelecek sorunu ile karşı karşıya. Çünkü gelinen bu noktada hukuk fakültelerinden mezun olanların birçoğu geçinemiyor ve bu mesleği yapmak istemiyor.
N.A.: Türkiye’deki hukuk eğitimi hakkında neler düşünüyorsunuz?
Faruk Baydemir: Hukuk fakültelerinin bugün en büyük sorunlarından bir tanesi niteliksizleşme. Her ile açılan üniversiteler ve bunlara bağlı hukuk fakülteleri, hem öğrenci hem de akademisyen kalitesini düşürüyor. Birçok üniversitede yeterli akademik kadro yok. Hatta bazı kadroların ilahiyat fakültelerinden doldurulduğunu gördüğümüz fakülteler bile oldu. Hukuk fakültelerine girişte arttırılan kontenjanlar nedeniyle her geçen yıl daha çok sayıda kişi hukuk mezunu oluyor. Sıralamaların düşmesi ile her geçen gün öğrenci profilinin niteliği değişirken, hukuk mesleklerini yapanların niteliğidoğrudan etkileniyor. Niteliği uygun olmayanların kapatılması ve artık yeni hukuk fakültesi açılmaması gerekiyor.
Kalabalık sınıflar, öğrenciler ve akademisyenler arasında iletişim kurulamamasına sebep oluyor. Öğrenci, kalabalığın içinde kaybolarak üniversiteden uzaklaşabiliyor. Sınıflardaki kişi sayısı azaltılarak öğrencilerin akademisyenlerle iletişim kurması kolaylaştırılmalı. Bugün hukuk öğrencileri, ana kaynak okuyup dersi derste takip etmek yerine, not okuyarak hukuku yüzeysel biçimde öğreniyor. Üniversite giriş sınavında da çok iyi deneyimlediğimiz sınav odaklı çalışma tarzının hukuk fakültelerine uyarlanmış biçimindeki bu çalışma tarzının yaygın olduğunu görüyoruz.
Tüm bunların yanında fakültelerde verilen eğitim, niteliği itibariyle uygulamadan yoksun. Bu durum yeni mezun hukukçuları deyim yerindeyse sudan çıkmış balığa dönüştürüyor. Tüm üniversite eğitimi boyunca fakültede teorik olarak birçok şey anlatılsa da adliye sisteminin nasıl çalıştığını bilmeyen, dilekçe bile yazamayan öğrenciler mezun olduğunda büyük adaptasyon sorunu yaşıyor. Pratik derslerin artırılarak buna, adliye sistemini ve hukuk mesleğini öğretici uygulamaların eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Üniversite içinde verilmesi gereken uygulamaya yönelik eğitimlerle, avukatlık stajındaki uzun ve verimsiz adliye stajının verimli hale dönüştürülmesine yönelik bir çalışma olarak değerlendirilerek, hukuk mezunlarının gelecek kaygısının bir nebze olsun azaltması da sağlanabilir.
Üniversiteden yeni mezun olmuş, iş arayan veya çalışan gençler için dünya oldukça belirsiz. Üniversite sayısında ve kontenjanlardaki artışın sonuçlarını tam da bu noktada görebiliriz. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2021 yılı mezunu Zeynep Nur Yalçınkaya içinde bulunduğu süreci bizlerle paylaştı.
N.A.: Meslek hayatının başında bir genç olarak siz ve diğer üniversite mezunu arkadaşlarınızın karşılaştığı sorunlar nelerdir?
Zeynep Nur Yalçınkaya: Öncelikle son on yıl içinde artan hukuk fakültesi sayısı ve hukuk mezunlarının bu kadar çok oluşu pek çok sorun doğuruyor. En başta yeni mezunlar işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalıyor. İş bulabilenler de çok gülünç rakamlarla ve zor şartlar altında çalışıyor. Pandemi ile artan yaşam giderleri, ev kiraları ve faturalar derken, alınan stajyer ücreti insani koşullarda yaşam imkanı sağlamıyor. Pek çok arkadaşımdan çalıştığı yerde mobbinge maruz kaldığı ve kavga ederek ayrılmak zorunda kaldığı haberini alıyorum.
Bunun yanında ödemek zorunda bırakıldığımız KYK borcu ise boynumuzda bir zincir gibi duruyor. Bugün Türkiye’de 5 milyon kişinin KYK borcu bulunuyor. Türkiye ekonomisinde yaşanan dönüşüm ile bunlardan 2021 yılında mezun olanlarının ödemesi gereken faiz farkı, 2020 yılı mezunlarından kat be kat fazla. Örneğin 4 yıl boyunca alınan öğrenim kredisi miktarı 28.440 TL iken, ödenmesi gereken miktar 48.195 TL. Bu ciddi bir artıştır ve yeni mezun gençleri umutsuzluğa sürükleyen en büyük sorunlardan biridir.
Ayrıca avukatlık stajını yapmak için bir büroya başvurduğumuzda bizden yeni mezun birinin sahip olamayacağı deneyim ve nitelikler arandığını görüyoruz. Hâkim ve savcı olmak isteyenler ise zor bir sınava hazırlanıyor ve referans sistemi nedeniyle birçoğu, emeğinin karşılığını alamayacağından kaygılanıyor. Maalesef ki mülakatlarda “Referansınız kim?” sorusu eleyici soru oluyor.
N.A.: Sizce bu sorunların çözümü için ne yapılmalı?
Zeynep Nur Yalçınkaya: Öncelikle mecliste patronların vergi borçlarını tek kalemde silmekte zorluk yaşamayan milleti temsil etmesi gereken milletvekillerinin, layıkıyla öğrencileri de temsil etmesi ve KYK borçlarının silinmesi gerek.
Hukuk eğitimi iyileştirilmeli; geleceğin hukukçuları laik ve bilimsel bir eğitimle yetiştirilmeli. Ayrıca her bina dikenin hukuk fakültesi açması engellenmelidir. Hâkim ve savcı alımlarında referans sistemi kaldırılmalı ve liyakata dayalı adil bir sistem benimsenmeli.
Hukuk bürolarında ucuz emek gücü olarak zor koşullarda, düşük ücretlerle çalıştırılan stajyer avukatların staj koşullarının iyileştirilmesi için bir an önce gerekli adımlar atılmalı. Stajyer avukatların haklarının iyileştirilmesi demek, avukatların çalışma koşullarının iyileştirilmesi demektir. Son dönemde artan meslekteki dönüşüm ve saldırılar sonucu savunmanın güçlü kalması için atılması gereken adımların en birincisi stajyer avukatlar ve avukatlar için ücret düzenlemesi olmalıdır. Avukatlar için de bir düzenleme yapılması düşüncem, asgari ücretin altında çalışan avukatların da olması ve meslek içinde ekonomik uçurumun giderek artmasındandır. Bu konuda mesleki örgütlenmenin sağlanması ve bir etik bilincin oluşturulması gerekiyor. Bilinmelidir ki, önceki nesiller hukuk adına bu kadar mücadele vermiş olmasalardı şu an bulunduğumuz koşullarda olamazdık.
Son söz en geniş anlamıyla gençliği saran güvencesiz koşulları okurlarımıza sunabilmek adına DİSK-AR Uzmanı Deniz Beyazbulut’un.
N.A.: Deniz Hanım, bildiğiniz üzere gençler için “garanti meslek” denilebilecek bir meslek artık yok. Sorunlar büyük, gençlik bu sorunlar altında eziliyor. DİSK-AR temmuz ayında Türkiye’de Genç İstihdamı Raporu’nu yayınladı. Hem raporu hem de 2021 Türkiye’sinde gençliğin durumunu Hukuk Defterleri için değerlendirir misiniz?
Deniz Beyazbulut: 2021 Türkiye’sinde gençleri işsizlik ve güvencesizlik üzerinden tarif etmemiz elbette mümkün. Bunlardan en can yakıcı olanı “işsizlik”. İşsiz olma halini sadece gelir yoksunluğu üzerinden okumak eksik bir okuma olur. İşsizliğin aynı zamanda sosyal bir risk olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. İşsiz olma hali, sosyal ve ekonomik risklere karşı bir “güvencesizlik” hali yaratır. Bu güvencesizlik ise toplumda kaygıyı, endişeyi ve öfkeyi beraberinde getirir.1 Covid-19 dönemi ve öncesinde Ağustos 2019’dan itibaren derinleşen ekonomik kriz gençleri ekonomik ve sosyal risklere karşı daha da savunmasız hale getirdi. Özellikle salgın dönemi gençler için ciddi bir yıkıma yol açtı.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) özellikle gençlerin, salgın sebebiyle bir krizle karşı karşıya olduğunu vurguladı. Hatta ILO, Covid-19’un gençler üzerindeki yıkımına dikkat çekmek için “karantina nesil” ifadesini kullandı.2 Yaklaşık Mart 2019’dan itibaren salgının işgücü piyasaları üzerinde yarattığı olumsuz etki ve eğitim ve öğrenimde yaşanan aksamalar ile birlikte gençler açısından kopuk bir süreç yaşanıyor. Dolayısıyla kayıp bir nesil gerçeği ile karşı karşıyayız.
DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) salgın döneminde Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayımladığı verilerin özellikle salgın döneminde gerçek tabloyu yansıtmaması3 sebebiyle alternatif işsizlik ve istihdam hesaplamaları yaptı. TÜİK’in Mayıs 2021 dönemine ait Temmuz verilerinde genç işsizliği yüzde 24 olarak yayımlandı. DİSK-AR tarafından yapılan geniş tanımlı işsizlik olarak tarif ettiğimiz hesaplamaya göre ise gençlerde işsizlik yüzde 40’ın üzerinde gerçekleşti. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada gençler salgın nedeniyle iş kayıpları yaşadı. Salgın öncesinde yüzde 17 olan işsizlik seviyeleri, salgın döneminde yüzde 27’ye çıktı.4
Salgın döneminin işgücü piyasaları üzerindeki yıkıcı etkisi diğer kriz dönemlerinden farklı bir seyir izledi. Genelde olağanüstü dönemlerde işgücü piyasalarında işsizlik ciddi bir biçimde etkisini gösterirken, salgın döneminde işsizlikle birlikte işgücünden çekilmeler daha açık ifadeyle işgücüne dahil olamama sayılarında artışlar gözlendi. Gençlerde de yaşanan iş kayıpları, işsizlikten ziyade işgücünden çekilmeye neden oldu. Covid-19 salgını 2020’de yetişkinler (25+) için yüzde 3,7, gençler için ise (15-24) yüzde 8,7’lik bir işgücü kaybına neden olmuştur.5
Türkiye’de de benzer bir biçimde gençlerde gerçekleşen bu eğilimin sebebine bakıldığında, iş bulmaktan ümidi kaybeden gençlerin sayısında gerçekleşen artışı görüyoruz. Ümidi kalmadığı için iş aramayı erteleyen veya sonlandıran gençler işgücüne dahil olamamaktadırlar. Hali hazırda salgın öncesinde iş bulmaya dair umutsuz olma halinin salgın sonrasında derinleştiği söylenebilir.
Salgın öncesinde işgücüne katılma oranları erkeklere göre daha düşük ve güvencesiz çalışmanın daha yaygın olduğu genç kadınlar için, salgın sürecinin daha ciddi boyutlarda yaşandığı söylenebilir. Genç kadınların geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 54,8 iken genç erkeklerde bu oran yüzde 38,8’dir. Genç kadın ve genç erkeklerde geniş tanımlı işsizlik oranı puan farkı 16’dır (Grafik).
Kadınların büyük bir bölümünün salgından ağır bir biçimde etkilenen sektörlerde çalışması, iş kayıplarının kadınlarda daha fazla gerçekleşmesine neden oldu. Bu eğilim genç kadınlarda da gözlendi. Konaklama ve yiyecek hizmetleri, toptan- perakende ve ticaret ve eğitim başta olmak üzere salgından ağır zarar görmüş sektörlerde kadın istihdamı yoğundur. İkinci önemli neden ise salgın boyunca ev içi bakım yüklerindeki eşitsiz dağılımdır. Kadınlar, salgın döneminde özellikle ev içi bakım yüklerinin artması nedeniyle istihdamdan daha fazla çekilmek zorunda kaldı. ILO’ya göre kadınlar üzerindeki bu etkiler işgücü piyasalarındaki kimi cinsiyet eşitliği kazanımlarının bir kısmını geriye götürebilir ve eşitsizlikleri ağırlaştırabilir.6
N.A.: Sizce rapora konu olan sorunların ana kaynağı nedir?
Deniz Beyazbulut: Genç nüfusun yoğun olduğu ülkelerden olan Türkiye’de, artan bu genç nüfusa rağmen yeterli istihdam olanakları yaratılamamaktadır. Yaratılan istihdam güvenceli değil, geçici istihdamdır. İŞKUR’un Toplum Yararına Çalışma Programı (TYP), İşbaşı Eğitim Programı (İEP) gibi aktif istihdam politikaları da geçici istihdam odaklıdır. Kısa süreli olan bu programlar düşük ücretli, geçici istihdamı teşvik etmektedir. Dolayısıyla güvenceli istihdam değil, geçici ve güvencesiz istihdam yaratılmaktadır. Düşük ücretli, sigortasız, güvencesiz genç bir toplum yaratılmaktadır.
Grafik: 15-24 Yaş Arası Gençlerde Dar ve Geniş Tanımlı İşsiz Sayıları ve İşsizlik Oranları (Bin) (Yüzde) (2021. 2.Çeyrek)
Kaynak: TÜİK Hanehalkı İşgücü Araştırması, 2021 2. Çeyrek. DİSK-AR tarafından hesaplanmıştır.
Türkiye’de genç işsizliği kategorisinde eğitimli genç işsizliği ön plana çıkmaktadır. Eğitim seviyesi yükselmesinin işsizlikle mücadelede yeterli düzeyde etkili olamadığı görülmektedir. Genç işsizliği arasında yüksek öğrenim işsizliği yüksek oranda seyretmektedir. Bu durum eğitimli işgücünün (yüksek öğrenimi tamamlamış) istihdam edilememesi ya da güvencesiz istihdam edilmesi sorununu doğurmuştur. Öte yandan yükseköğrenim mezunu olanların meslekleri ile yapılan işler ayrışmakta, eğitim ve öğrenim sürecinde kazanılan becerilerin gerçek hayatta karşılığını bulmak konusunda zorluklarla karşılaşılmaktadır. “Garanti meslek” denilebilecek meslekler güvencesiz işlere doğru kaymaktadır. “Prestijli” işlerde dahi düşük ücret ve sigortasızlık yaygınlaşmaktadır.
N.A.: Peki, sizce bu sorunların çözümü için nasıl bir yol izlenmelidir?
Deniz Beyazbulut: Genç işsizliği Türkiye’nin değişmeyen gündemleri arasındadır. Genç işsizliği yapısal bir problemdir. Bu problem politika gündemleri arasında yer almalı ve çözüm önerileri geliştirilmelidir. Gençlerin iş bulmaya dair umutlarının olmadığı bir Türkiye’de aktif istihdam politikalarıyla güvencesiz istihdamın teşvik edilmesi ve yeterli istihdam yaratılamaması, umutsuz, kaygılı ve endişeli bir genç toplum yaratıyor.
Eğitim seviyesi istihdamı arttırsa da, yükseköğrenim mezunu olmak iş bulma konusunda bir nebze olsa kolaylık sağlasa da mezun olunan işte çalışmak giderek zorlaşıyor.
1980’lerden itibaren ön plana çıkan ve 2000’li yıllardan itibaren şişirilen “Her İle Bir Üniversite” politikasının eğitimin kalitesini düşürdüğünü ve genç işsizliğini arttırdığı görülmüştür.7 Ancak bu politika bir eğitim politikası olmaktan çok bir iktisadi politikadır. Gençlere yönelik iktisadi politikalardan öte uzun vadeli nitelikli eğitim planlaması yapılmalıdır. Bugün üniversite mezunu bir genç yalnızca üniversite mezunu olmak değil, aynı zaman bir yabancı dil bilmek, yurtdışında staj yapmak ya da araştırmacı olarak bulunmak, iş tecrübesine sahip olmak gibi müfredat dışı birçok koşulu yerine getirmek zorunda bırakılmıştır.8 Gençlere yönelik iktisadi politikalar yerine eğitim politikalarına ağırlık verilmeli ve eğitimin kalitesi artırılmalıdır. Meslek liselerinde uygulamalı pratikler arttırılmalı, genç yurttaşlar yanlış eğitim politikalarına mahkûm edilmemelidir.
N.A.: Değerli katkılarınız için teşekkür ederiz. Aydınlık günlerde görüşmek üzere.
Dipnot
1. Özveri, M. (2019), “İşsizlik Çağın Vebasıdır”, Evrensel Gazetesi.
2. ILO (2020), ILO Monitor: Covid-19 and world of the work, Fourth Edition: 27 Mayıs 2020.
3. DİSK-AR’ın TÜİK’in salgın dönemindeki işsizlik hesaplama yöntemi ve alternatif hesaplamalarla ilgili açıklamasına bakılabilir: DİSK-AR (2021), TÜİK Nihayet Kabul Etti: “Geniş Tanımlı İşsizlik Oranı Ortalama Yüzde 29, Kadınlar- da Yüzde 37, 3!” Mart 2021.
4. OECD (2021), Employment Outlook- Jobs A Slow Rebound, Temmuz 2021.
5. ILO (2020), ILO Monitor: Covid-19 and world of the work, Sixth Edition: 25 Eylül 2020.
6. DİSK-AR (2021), “DİSK-AR Salgının Bilançosunu Çıkardı: 3,6 Milyon İstihdam Kaybı”, Ağustos 2021.
7. Yalçıntaş Altuğ, Akkaya Büşra, (2019), “Türkiye’de Akademik Enflasyon: Her İle Bir Üniversite Politikası Sonrasında Türk Yükseköğrenim Sistemi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı 73/3.
8. Yalçıntaş Al., Akkaya B. (2019).