Tehlikede Avukatlar Günü Vesilesiyle: Av. Zeycan Balcı ile Söyleşi (22.01.2020)

24 Ocak Tehlikede Avukatlar Günü. Dergimizin bu sayısında, İstanbul Çağlayan Adliye Sarayı önünde katıldığı basın açıklaması esnasında polisin müdahalesi sonucu beli kırılan, Av. Zeycan Balcı Şimşek ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiye yer veriyoruz.

Hukuk Defterleri: 24 Ocak Tehlikedeki Avukatlar günü olarak anılıyor. Öncelikle sizden avukatların somut sorunları ve “başlarındaki tehlikelere” ilişkin düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.

 

Zeycan Balcı: 24 Ocak 1977 tarihinde aşırı sağcı Franco yanlıları tarafından Madrid’de işçi avukatları toplantısına silahlı saldırı gerçekleştirilmiş ve bu saldırıda dört avukat ve bir sendika çalışanı katledilmiştir. Atocha Katliamı olarak da bilinen bu kanlı saldırı sonucunda avukatların mesleği ifa sırasında maruz kaldıkları saldırılara dikkat çekmek ve katliamı unutturmamak için 24 Ocak Tehlikedeki Avukatlar Günü, her yıl bir ülkenin tehlikede olan avukatlarına ithaf ediliyor.

24 Ocak Tehlikedeki Avukatlar, siyasi iktidarın avukatlara uyguladığı baskı ve tutuklama politikaları nedeniyle 2013 ve 2019 yıllarında olmak üzere iki kez Türkiye avukatlarına ithaf edildi. Türkiye’de avukatlara son yıllarda iki kez Tehlikedeki Avukatlar gününün ithaf edilmesi, aslında mesleğimizi baskı ve tehditler altında gerçekleştirdiğimizin uluslararası avukat kamuoyu yönünden de tescillenmesi anlamına geliyor. Bizler mesleğimizi ifa etmek isterken hakkımızda dava açılıyor, tutuklanıyor, saldırıya uğruyor, tehdit ediliyor ve iktidar tarafından hedef gösteriliyoruz. Sistem, içinde bulunduğu açmazları ve krizleri aşmak konusunda avukatları engel görüyor ve savunmayı sindirmek istiyor diyebiliriz. Bir gün duruşma salonunda savunma kürsüsündeyken ertesi gün ise, savunmanlığını yaptığımız suçtan sanık sandalyesinde kendimizi bulabiliyoruz.

AKP iktidarının “kimi savunuyorsan o’sundur” anlayışıyla başlattığı cadı avında avukatlara reva gördüğü baskı politikaları, tutuklama tehdidiyle sınırlı kalmamış, katmerlenerek artmıştır.

Örneğin CMK 151. madde gerekçe gösterilerek, yüzlerce avukatın, bakmış olduğu davalara “vekillik görevini üstlenme yasağı” getirilerek müvekkil ve iş seçme özgürlüğü elinden alınmış, adliyelerde ve emniyet birimlerinde görev sırasında kolluk tarafından saldırıya uğramış ve işkenceye maruz kalmıştır. Avukatlar kimi zaman “etek boyu” nedeniyle hâkimler tarafından duruşma salonlarında taciz edilmekte, kimi zaman savunma beğenilmediği için duruşma salonlarından atılmakta, yahut kalem memurları tarafından sahte tutanaklarla “memura tehdit/hakaret” davaları açılması sağlanmaktadır. Stajyer avukatlara, haklarında açılan davalar gerekçe gösterilerek ruhsat verilmemektedir. Örnekler çoğaltılabilir ancak tüm bu baskı politikaları ile amaçlanan; avukatların hizaya çekilmesi, cübbeleri askıya asıp kenara çekilmemizdir. Siyasal iktidar bu amacına ulaşmak istediğinde ise avukatların mesleki dayanışması devreye giriyor. Köklü bir dayanışma geleneğine sahip olan bu coğrafyanın tehlikede olan avukatları olarak en büyük övünç kaynaklarımızdan biri de hiçbir meslektaşımızın yaşadığı baskılarda yalnız kalmaması diyebiliriz.

H.D.: AKP’nin geride bıraktığı 18 yıl içinde “kendi hukukunu” yarattığı görülüyor. Bu hukuka da uygun bir yargı yarattığını da söyleyebiliriz. Sizce bu süreçte yargının en önemli ayağı olan savunma nereden nereye geldi?

Z.B.: Koyu karanlık bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemi dünden ayıran, geçtiğimiz dönemi diğerlerin farklı kılan ise saldırının boyutları niteliği ve tarzıdır. Dinci/ gerici ve faşist bir parti olan AKP, devletin tüm legal/illegal aygıtlarını ele geçirmiş, rejim değişikliği faaliyetlerine hız vermiştir. Diğer yandan, sistemin tüm muhalifleri, öğrencileri, sendikacıları, akademisyenleri, gazetecileri ve bu kesimlerin savunmanlığını yapan avukatları Terörle Mücadele Yasası, OHAL KHK’ları ve uzantı yasalarıyla ile terbiye ve ıslah etme yolunda uygulanan yaptırımların dozu artırılmış, ıslah olmayanları da tutuklamak suretiyle tecrit/ tretmana tabi tutarak adeta bir yargı terörü yaratılmıştır. Hiçbir somut delil olmaksızın, kim olduğu belli olmayan gizli tanık ifadeleri ve sahte delillerle davalar açılmış muhaliflere çok ağır cezalar verilmiştir.

Savunma, yargılama mekanizması olan “sav” ve “karar” süreçlerini etkileyemez hale getirilmek isteniyor, yargılama süreçlerinin savunmasız olması isteniyor. Avukatların müvekkillerini seçme özgürlüğü ellerinden alınmaya çalışırken, ceza mahkemeleri verdikleri kararlarla kendileri çalıp kendileri söylüyorken, savunma salt yargılamayı meşrulaştırmak, AYM ve AİHM’den mahkûm olamamak için sadece mahkeme salonunda göstermelik yer işgal ediyorken savunmanın işlevinden söz etmek mümkün değildir.

H.D.: Bir de “Yargı Reformu” gündemi var. Hem bu konu da hem de TBB Başkanının söz ve eylemlerine karşı ülkedeki avukatların büyük çoğunluğunu temsil eden baroların açık itirazları oldu. Sizin bu sürece ilişkin görüşünüz nedir?

Z.B.: Hepimizin, özellikle yargılama faaliyetinin en dinamik unsuru olan biz avukatların “adalet duygusuna” ve “adalet inancına” ihtiyacı var. Bu nedenlerdir ki reform adı altında ifade edilen her yargı paketi bizi heyecanlandırıyor ama aynı hızla tam bir hayal kırıklığına uğratıyor.

Yargı Reformu Strateji Belgesi, 7188 sayılı Kanunla 24 Eylül 2019 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu kanun taslağı hazırlanırken hiçbir barodan yardım ve tavsiye alınmamış, bir tek TBB Başkanı Metin Feyzioğlu bilgilendirilmiştir. Kanun, AKP iktidarının alışkanlık haline getirdiği doldur, boşalt, ekle, çıkar anlayışıyla hazırlanan bir torba yasadır. TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun avuçları patlayana kadar alkışladığı bu yargı paketinden avukatlara yeşil pasaport müjdesi(!) çıkmış, bu müjdeli haberde en az 15 yıllık avukat olmanın yanı sıra, başvurucu avukat hakkında soruşturma ve kovuşturma olmaması aranmış, bu da yetmemiş İçişleri Bakanlığına yönetmelik hazırlama görevi ile avukatların yeşil pasaportlarına denetim yetkisi getirilmiştir.

Yargı reform paketi incelendiğinde, gerçek anlamda hiçbir iyileştirmenin yapılmadığı, sadece bazı suçlar açısından temyiz yolunun açıldığı, bazı suçlar bakımından ise seri muhakeme ve basit yargılama usulleri getirilerek sözüm ona yargılama hızlandırılmaya çalışılmıştır. Kanunun amacı yargılamanın hızlanması değil, memleketteki hızlı trenler gibi “acele giden ecele gider” mantığıdır. Amaç maddi gerçeğe ulaşmak değil, cezayı üstlenecek bir fail bulmak ve dosya yükünden kurtulmaktır. Tam da bu nedenlerle bu yargı reformu ne bizlerin adalet açlığını giderecek ne de inancımızı tazeleyecektir.

H.D.: Siz aynı zamanda avukatlık mesleğini bir iş takipçiliğinden çıkarıp, hukukçunun toplumsal sorumluluğunu öne alarak yürüten bir hukukçusunuz. Bu sorumluluğunuzu yerine getirirken polisin müdahalesi sonucu belinize aldığınız bir darbe ile engelli hale de geldiniz. 9 Aralık’ta yapılan ve müşteki olduğunuz ceza yargılamasında, birçok baro başkanı, kurum temsilcileri ve yüzlerce avukat da duruşmayı takip etti. Derginin Yayın Kurulu olarak da bizler takip ettik. Ancak bir de okuyucularımız için yapılan yargılamadaki usulsüzlükleri, savunmanızda öne çıkardığınız vurguları sizden dinlemek isteriz.

Z.B.: Sanıyorum Türkiye tarihinde bir adliye binasında ilk kez basının ve kamuoyunun gözleri önünde bir avukatın işkence ile beli kırıldı. Bu coğrafyada avukatın saldırıya uğraması da, katledilmesi de bir devlet geleneğidir. Ben işkence sonucu sakat kaldım ama katledilen meslektaşlarımız var. Örneğin bir basın açıklaması sırasında Diyarbakır Baro Başkanımız Tahir Elçi 28 Kasım 2015 tarihinde bir gündüz vakti, hepimizin gözleri önünde, ensesinden tek kurşunla vurularak katledildi. Aradan geçen dört yıl boyunca soruşturmada bir arpa boyu yol alınmadı ve aradan geçen zaman içinde failler korundu. Bu infaz zincirinin son halkası Tahir Elçi!

Biraz daha geriye gidiyorum Av. Faik Candan, Av. Medet Serhat ve Av. Fuat Erdoğan 1994 yılında, Av. Şevket Epözdemir 1993 yılında katledildiler ve onların da failleri bulunamadı.

Üç yılın sonunda sadece sanık polise dava açıldı, emri verenler saklandı, aklandı ve tereyağından kıl çeker gibi işten sıyrıldılar. Ambülansa götürülürken “parmaklarını da kıracağız” diye beni tehdit edenleri yargılandığımız ve beraat ettiğimiz duruşmada hem ben hem de tanıklar yüz yüze teşhis etmemize rağmen soruşturma izni nedeniyle yargılanmadılar.

Devlet-yargı işbirliği usulü şöyle işler; biri emir verir, biri vurur, biri soruşturma aşamasında olay yerinde keşif yaptırmaz, biri zaten keşif yapmaz, biri delilleri gizler, biri hedef saptırır, bir mahkemede delilleri görmez, biri sağır-duymaz, görmez olur ve nihayet birileri bu yapılan yargılamada aklanır, infazın ve işkencenin failleri bulunamaz ve dosya kapanır… Bakıldığında sürecin her ne kadar hukuksuzluk içinde işlediği görülse de, aslında burjuva yargısı düzeni içindeki işlevine son derece uygun bir tutarlılıkla hareket etmektedir. Galeano burjuva hukuk düzeni ve düzenin yargısına dair şöyle diyordu: “Adalet de tıpkı yılanlar gibi yalnızca çıplak ayaklıları ısırıyor. “

Basında ÇHD davası olarak bilinen davanın müdafileri arasındaydım. Basına bilgi ortalama birkaç dakika sürüyordu. Ben de en arkadan polislere en yakın noktadan merdivenlerin en üst sırasından arkadaşlarıma katıldım. İnsanlıktan nasibini almamış bir çevik kuvvet ısrarla ve hiddetle arkamdan 8-10 defa aralıksız şekilde defalarca tekmeledi. Defalarca tekmeledi, korkunç bir acı ile bağırdım ve bu işkence ile ben dört merdiven basamağı aşağı düştüm. Sonrasında belimde iki kırık olduğu ve kırıkların omurgadan ayrıldığını öğrendik. Adli Tıp Raporu ile de %24.2 oranında malul kaldığım tespit edildi.

Öncelikle uğradığım işkenceye ilişkin sanık polisin yargılandığı davada yanımda olan ve güçlü bir destek veren meslektaşlarıma ve Hukuk Defterleri Yayın Kurulu’na teşekkür ediyorum. Soruşturma aşaması, belimin kırılmasının ardından İstanbul Barosu’nun “Avukata Karşı Kullanılan Şiddet, Terör Boyutuna Ulaşmıştır” basın açıklaması ihbar kabul edilerek başlıyor. Belimin kırılması ile neticelenen adliyenin önünde avukatlara saldırı talimatını veren Başsavcı Vekili, aynı zamanda müşteki olduğum soruşturma dosyasının savcısı yapılıyor. Ardından defalarca dosyanın savcısı değiştiriliyor. O tarihte görevli olan polislerin listesi aylarca istenmedi, işkence yapan sanık bilirkişi tarafından tespit edildi ancak o tarihte olayda görevli olan polislerin hiç biri nedense sanık polisi tanımıyordu. Nihayetinde olaydan 3 yıl sonra avukatlarımın yoğun çabasıyla dava açılıyor. İlk duruşmanın yapılacağı günün sabahında Mahkeme Hakimi görevlendirme yazısı ile tayin oluyor. Nihayetinde 3,5 yıl sonra 9 Aralık’ta hâkim karşısına çıkmak üzere meslektaşlarımla duruşma salonuna geliyoruz. Duruşma salonu önünde 1 saatten fazla bekletildikten sonra duruşma salonuna girerken sanık polisin hakimlerin kapısından duruşma salonuna alındığını, avukatların oturulması için ayrılan kısma 20-25 kadar beli silahlı polisin oturduğunu ve sanığın etrafında konuşlandığını gördüm. Bu anda Burjuva Yargısı bir kez daha tüm çıplaklığıyla karşımdaydı. İddianameyi okuduğunuzda mağdur olan ve işkenceye uğrayan bendim, fakat karşısında onlarca silahlı kolluk görevlisi çıkartılmış olan yine bendim. Avukatlarımın da ısrarıyla polis memurları oturdukları yerden kaldırıldılar. Ancak mahkeme ilk andan itibaren nasıl yargılama gerçekleştireceğini gözler önüne sermiş oldu. Duruşmada on yedi baronun katılma talebi reddedildi. Katılma talebinde bulunan hukuk dernekleri ve Avukatlar Sendikası’nın katılma talebi de reddedildi.

H.D.: Tüm bu konuştuklarımızdan sonra bu sorunun cevabı aslında belli oluyor ama yine de soralım. 2020 yılında sizce savunmanları ne bekliyor? Savunma ne yapmalı?

Z.B.: Özel yargılama usulleri, mahkemeleri ve anlayışı; İstiklal Mahkemelerinden Sıkıyönetim Mahkemelerine, DGM’lerden Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelere uzanan merhalelerinden sistemli ve örgütlü bir biçimde varlığını kesintiye uğratmaksızın devam ettirdi. 15 Temmuz’dan sonra, terör paranoyası halinde devlete karşı tüm muhalif sesler, akademisyenler, gazeteciler, sendikacılar, öğrenciler, işçiler ve avukatların ifade özgürlüğü kapsamındaki tüm söz ve eylemleri dahi terör yasaları kapsamında değerlendirilmeye başladı. Bugün artık muhaliflerin silahlı/silahsız olması önem taşınmadan farklı düşünen/ farklı yazan/ örgütlenen herkes bu yasalardan nasibini almaya başladı. Evrensel hukuk normları ihlal edilmekte ve mevcut yargı sistemi dahi siyasi iktidara dar gelmekte bunun için her gün yeni torba yasa ve içtihatlar çıkarılmaktadır.

Bu ablukanın dağıtılması, bu karabasanın toplumsal hayattan söküp atılması için öncelikle bu mücadele hepimizin mücadelesi olmalıdır. Sistemli, örgütlü ve topyekûn bir toplumsal mücadele sergilememiz olmazsa olmaz koşuldur.

H.D.: Söyleşimizin sonuna geliyoruz, son olarak ne söylemek istersiniz?

Z.B.: Hukuk Defterleri yayın hayatına başladığı günden bu yana kesintisiz ve ısrarlı bir biçimde, eleştirel hukuk dergilerinin e-dergi sistemine geçtiği, süreli ve basılı yayınların oldukça azaldığı bu dönemde büyük özveriyle hukuk alanında önemli bir eksikliği kapatıyor. Emekleriniz ve ısrarınız için çok teşekkür ediyorum.

H.D.: Biz de hem bu sözleriniz hem dergimize başından beri olan desteğiniz hem de söyleşi için çok teşekkür ederiz.

print