Türkiye’de Anayasal Değişimin Ekonomi Politiği

Mümtaz Soysal’ın “Anayasa’ sözünün bıkkınlık verecek kadar sık kullanıldığı başka bir toplum bulmak herhalde çok güç.”1 tespitinden beri elli dört yıl geçmiş. O zamandan bu yana 1961 Anayasası önce “lüks” sayılıp 12 Mart ile değişiyor; ardından 12 Eylül’le beraber tamamen ortadan kalkıyor. 1982 Anayasası neredeyse yürürlüğe girdiği tarihten itibaren tartışılıyor; 1995, 2001, 2010 ve 2017’de son derece kapsamlı olmak üzere toplamda on dokuz defa tadil ediliyor. Anayasanın ilk haliyle şu andaki metin arasındaki farklar benzerliklerden daha fazla ve anayasa dediğimiz şeyin kendisi ve uygulanması üzerinde halen bitmek tükenmek bilmez bir tartışma içindeyiz. Hazırlanan onlarca anayasa taslağı, 2011-2013 arasındaki Anayasa Uzlaşma Komisyonu tecrübesi ve her seçimin öncesinde ve sonrasındaki “yeni anayasa” gündemiyle beraber Cumhuriyetin yüzüncü yılında Türkiye için son derece tanıdık bir şeyden bahsediyoruz.

Biraz daha geriye gitmek için Doğan Avcıoğlu’na kulak verelim: “1876 yılında Yeni Osmanlılar, 1908’de Jön Türkler ne söylüyorsa 1950-1960 muhalefeti de onu söylemektedir. Nasıl Namık Kemal dört başı mamur bir Anayasa yapmakla dertlerimizin çözüleceğine inanmışsa 80-90 yıl sonra da aynı şeye inanılmaktadır.”2 Tüm bir anayasa tarihimizin aynı zamanda anayasa fetişizminin de tarihi olduğunu söylemek herhalde abartı olmayacaktır. Bununla yakın ilişkisi olan ve anayasa tartışmalarında sıkça dile getirilen bir başka tema ise “tepkisellik”. Özellikle 1960’tan sonraki anayasal değişim dinamiğinde hep bir önceki metnin yarattığı veya engelleyemediği sorunlardan bahsedilir ve yeni düzenlemelerin bu dertlere derman olacağı iddia edilir. Sürekli şekilde metin üzerinden yapılan tartışma anayasa değişimin kökenindeki maddi koşulların üzerini örtme, bunları gözden kaçırma gibi bir etkiyi de beraberinde getirir.

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 40. sayısında okuyabilirsiniz.

print