Türkiye’de “Merkez-Çevre” ve Anayasa Mahkemesi Tartışmaları: Cazip Ancak Bulanık Bir Öykü

Türkiye’de Anayasa Mahkemesi ve onun kararları çok çeşitli tartışmaların ağırlık merkezini oluşturageldi. Bu tartışmalar Anayasa Mahkemesi’nin münferit kararlarının eleştirilmesiyle sınırlı kalmadı, belli bir teorik temele oturtuldu, Kemalizm ile bağlantısı kurularak neredeyse Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün tarihini açıklayacak bir şekle büründü. “Vesayet”, “merkez-çevre”, “devlet elitleri”, “Kemalist seçkinler”, “bürokratik devlet”, “yargısal aktivizm” gibi kavramlar sıkça duyulur oldu, akademisyenlerden siyasetçilere ve gazetecilere kadar geniş kesimler tarafından kullanıldı. Anayasa değişikliği tartışmaları gündeme her geldiğinde bu kavramlar tekrarlansa da bunlar üzerinde pek derinlemesine düşünülmedi. Sadece heyecan veren söylem veya sloganlar oldular.
Akademik çevrelerde, Türkiye’de anayasa yargısının kuruluş sürecini açıklayan teorinin esas kaynağı olarak İsrail asıllı Kanadalı siyaset bilimci Ran Hirschl’ın “hegemonik koruma tezi” gösterildi. Bu teze göre bazı ülkelerde seçimle iktidara gelemeyeceğine inanan elitler vardı ve bunlar hâkim konumlarını, temel değer ve çıkarlarını korumak için daha kolay etkileyebileceklerini düşündükleri anayasa yargısını desteklediler. Bunlara ekonomik elitler ve yargı elitleri de katıldı. Hirschl, örnekleri de İsrail, Kanada, Yeni Zelanda ve Güney Afrika olarak sıraladı ve jüristokrasiyi de konuyla bağlantılı bir kavram olarak kullandı.
Bir diğer kaynak, Şerif Mardin’in Türkiye siyasetindeki temel bölünmenin “merkez-çevre” arasında olduğuna yönelik teorisiydi. Buna göre “merkez”, ordu, CHP (ve dolayısıyla onun ardılı olan partiler), yargı, bürokrasi ve üniversitelerdi. Merkez bloğu, Jön Türkler’den İttihat ve Terakki’ye, oradan Kemalizm’e ve CHP’ye uzanan bir çizgi şeklinde gelişti. Bu kesim ülkeyi modernleştirme görevini üstlenmişti. Çevre de merkezin dışındaki kesimler, yani geniş halk kitleleriydi ki merkez “tepeden inmeci” bir tavırla onların yaşamlarını şekillendirdi. Bu tabloda “sağ” ve “sol” neredeydi? Bu soru İdris Küçükömer’den ilham alınarak yanıtlanırsa merkez tutucu ve “sağ”, çevre ise ilerici ve “sol “idi.
Böylece şu açıklama ortaya çıktı: Merkezin temsilcisi CHP, 1950 seçimlerini kaybetti veiktidara çevrenin temsilcisi Demokrat Parti (DP) geldi. Bunun üzerine CHP de konumunu güçlendirmek için anayasa yargısı kurulmasını destekledi. Bürokrasi, yargı, üniversiteler ve tabii ki ordu da merkezin temsilcisi ve DP’nin muhalifiydi. 27 Mayıs 1960’ta gerçekleşen darbe ile DP iktidardan uzaklaştırıldı. 1961 Anayasası kabul edilerek Anayasa Mahkemesi kuruldu, böylece merkezin çıkarları ile Kemalizm güvence altına alındı. Anayasa Mahkemesi de seçilmişler üzerinde bir vesayet organı olarak yerini aldı ve bu vazifesini uzun yıllar devam ettirdi. Mahkeme tarafından gözetilen merkez bloğunun menfaati ise devletin laik ve üniter niteliğini, bunu da kapsayacak şekilde genel olarak “Kemalist” devletin korunmasıydı. Bir başka deyişle devletin hak ve özgürlükler pahasına korunması sadece merkeze atfedilen bir nitelik oldu.

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 31. sayısında okuyabilirsiniz.

print