“Tutuklu Milletvekillikleri Sorununda” Son Perde ve Bireysel Başvuru Hakkının Geleceği: “Can Atalay” Vakası

1.Giriş

Türkiye, 2011 TBMM seçimlerinden bu yana “tutuklu milletvekilleri” olarak addedilen ve bir temsili demokraside rahatlıkla “oksimoron”[1] olarak nitelendirilebilecek bir olgu ile yüzleşmektedir. Üstelik bu durumun “milli iradeci”, Prof. Dr. Zafer Toprak’ın tabiri ile çoğunlukçu, milli iradeci, “siyasi popülist” bir iklimin hâkim olduğu coğrafyada olması bu çelişkiyi daha arttırmaktadır.[2]

Bu çelişki, en nihayetinde tabii ki Anayasa Mahkemesi kararlarına da konu olmuştur. 2011’den bu yana Mahkeme, milletvekili seçildiği hâlde cezaevinde tutulmaya devam eden milletvekillerinin başvurularına ilişkin çok sayıda ihlal kararı vermiş; buna rağmen hâlen her yasama döneminde tutukluyken milletvekili seçilen yahut milletvekiliyken dokunulmazlığı  kaldırılarak tutuklanarak cezaevine konulan kişilerin yaşadığı mağduriyetler ve anayasaya aykırı bu hukuki uygulamalar kamuoyunun gündeminde yer almaktadır.

Bu bağlamda 14 Mayıs 2023 seçimlerinde Hatay’dan milletvekili seçilen ve “Gezi Parkı davasından”[3] tutuklu olan Can Atalay, milletvekili seçilmesini müteakip tahliye edilmesi sebebiyle dosyasının olduğu Yargıtay’a başvuruda bulunmuş; Yargıtay 13. Ceza Dairesi ise Atalay’ın tahliyesini reddetmiştir. Bunu takiben yapılan bireysel başvuruda ise AYM, daha önceki içtihadını takip ederek haklı olarak Atalay hakkında hak ihlali tespitinde bulunmuş; ancak bu karar da ısrarla Gezi Parkı dosyasını görüşen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından uygulanmamıştır.

Aşağıda hukuk devleti ve anayasal devlet ile hiçbir suret ile bağdaşmayan bu kararlara değinmeden öncelikle AYM’nin 2011’den bu yana verdiği “tutuklu milletvekilleri” içtihadı aktarılacak, ardından AYM’nin “Can Atalay” hakkında verilen kararlarının uygulanmaması ve  AYM’nin bireysel başvuru yoluna ilişkin yetkilerine dair muhtemel kanun değişikliklerinin sonuçlarına değinilecektir.

2. Anayasa Mahkemesi’nin Tutuklu Milletvekilleri İçtihadı

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) cezaevinde tutuklu iken milletvekili seçilen kişiler hakkında bireysel başvuru yolunda önemli ve tutarlı bir içtihat oluşturduğu görülmektedir.  Mahkemenin bu husustaki içtihadını oluşturduğu temel kararlar Mustafa Ali Balbay[4] ve  Mehmet Haberal[5] başvurularıdır. Her iki başvuruda da AYM, özetle tutuklu olan kimselerin milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmemelerinin, onların yasama faaliyetlerine katılmalarını engellediğini belirtmiş, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kadar seçme ve seçilme hakkı üzerindeki etkisini dikkate almış ve kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile bağlantılı olarak seçme ve seçilme haklarının da ihlal edildiğine hükmetmiştir. Diğer bir ifadeyle Anayasa Mahkemesi, bir milletvekilinin tutuklanmasının ancak ve ancak çok katı bir gereklilik testine tabi tutulduktan sonra mümkün olabileceğini ifade etmiştir[6].

AYM’nin tutuklu milletvekilleri ile ilgili bir diğer temel kararı ise 6718 sayılı Anayasa Değişikliği Hakkında Kanun ile 1982 Anayasası’nın geçici 20. maddesi ile TBMM’ye sevkedilmiş tüm milletvekili dokunulmazlıklarının bir defaya mahsus kaldırılması üzerine verilmiştir[7]. Somut olayda başvurucu İstanbul milletvekili Enis Berberoğlu[8],  6718 sayılı Kanun sonucunda dokunulmazlığının kaldırılmasının akabinde tutuklanmıştır. Başvurucu, cezaevinde tutuklu olarak yargılanmaktayken 24 Haziran 2018’de yapılan 27. Dönem TBMM Seçimleri sonucunda yeniden milletvekili seçilmiştir. Başvurucunun 1982 Anayasası’nın 83. maddesi uyarınca yeniden milletvekili seçilmekle dokunulmazlığını bir kez daha kazandığı iddiasına karşın, Yargıtay 16. Ceza Dairesi, başvurucunun tahliye edilmemesine hükmetmiştir. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin bu kararı sonucunda başvurucu  Enis Berberoğlu Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş, Anayasa Mahkemesi ise  6718 sayılı Kanun’un geçiciliğine  vurgu yaparak 83. maddesindeki güvencelere aykırı şekilde başvurucunun tahliye edilmemesinin başvurucunun seçme ve seçilme hakkı ile bağlantılı olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali anlamına geldiğini tespit etmiştir. Bu ihlal kararına karşın, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Berberoğlu’nu tahliye etmemiş[9]; bu karar üzerine tekrar yapılan bireysel başvuruda[10] Anayasa Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına ilişkin 153. maddesini vurgulamış ve tekrar kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile seçme ve seçilme hakkının ihlali tespitinde bulunarak bu kez 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Yargılama ve Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesi kapsamında bu kez ihlalin giderilmesinden sorumlu mahkemenin (somut olayda İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi), ihlali nasıl gidereceğini hüküm kısmında detaylı biçimde açıklamıştır[11]. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, bu karar üzerine Enis Berberoğlu hakkında yeniden yargılama kararı vererek, yargılamanın durmasına hükmetmiş ve bu karar TBMM Genel Kurulunda okunarak daha önce milletvekilliği düşürülmüş olan Berberoğlu’nun milletvekiliği sıfatı tekrar kendisine iade edilmiştir[12].

Tutuklu milletvekilleri hususunda Anayasa Mahkemesi’nin esaslı bir içtihat değişimini ortaya koyan ve Anayasa’nın 14. maddesine ilişkin “Can Atalay” kararından doğan tartışmaların çıkış noktasını oluşturan kararlar ise Leyla Güven[13]ve Ömer Faruk Gergerlioğlu[14] kararlarıdır. Mahkeme bu kararlarında özetle 1982 Anayasası’nın milletvekili dokunulmazlığını düzenleyen yasama dokunulmazlığının iki istisnasından biri olan 14. maddedeki hâllerin ne olduğunun yasal bir düzenleme ile açıklığa kavuşturulması gerektiğini, bu hâllerin ne olduğunun ve hangi suçlara denk geldiğinin tespitinin yargı organlarına bırakılmasının keyfîliğe yol açabileceğini açıklamıştır.[15] Mahkeme’ye göre TBMM bu hususta kanuni bir düzenleme yapmadan Anayasa’nın 14. maddesindeki hâllerin uygulanması, milletvekili dokunulmazlığına ilişkin anayasal güvenceler ile bağdaşmaz. Mahkeme’ye göre 1982 Anayasası, Anayasanın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar” ibaresinin belirliliğini sağlama görevini kanun koyucuya vermiş, diğer bir ifadeyle yorum yoluyla 14. madde kapsamına giren suçları belirlemek için yargı organına açık bir yetki vermemiştir. Dolayısıyla AYM yargı organlarının, hangi suçun bu istisnaya karşılık geldiğine ilişkin bir tespit yapılmasını, dokunulmazlığın güvencelerinden faydalanamayan milletvekilleri açısından  “seçme ve seçilme hakkının” ihlali olduğu kanaatindedir.

AYM’nin tutuklu milletvekilleri içtihadının son halkasını oluşturan “Şerafettin Can Atalay (2)”[16] kararının  odak noktasını da bu tartışma oluşturmaktadır. Mahkeme, konuya ilişkin yukarıda belirtilen tespitlerini yineleyerek, gerek yasama dokunulmazlığını koruma altına alan Anayasa’nın 83. maddesinin gerekse temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasını yasaklayan Anayasa’nın 14. maddesinin ancak demokrasinin korunması bağlamında ve hak eksenli yorumlandıkları takdirde işlevlerini tam olarak yerine getirebileceğini ifade etmiş, somut olayda mahkemelerin söz konusu anayasal hükümleri özgürlükler lehine yorumlamadığını ve onları da  böyle bir yorum yapmaya sevk edecek esasa ve usule ilişkin güvencelerin bulunduğu bir yasal sistem de bulunmadığını ifade ederek, yine kanuni bir düzenleme gerekliliğine vurgu yapmış ve Can Atalay’ın kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile bağlantılı olarak seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.

Bu karara karşın  Yargıtay 3. Dairesi ise AYM’nin vermiş olduğu kararın 6216 sayılı Kanun kapsamında belirtilen “yerindelik yasağına” aykırı olduğunu, yerindelik kavramını oldukça pejoratif biçimde kullanarak belirtmiş, AYM’nin 14. madde kapsamında yaptıklarının fiili olarak anayasa değişikliği anlamına geldiğini, bunun ise ancak TBMM tarafından tali kurucu iktidar sıfatıyla yapılabileceğini vurgulayarak, kararı uygulamayı reddetmiş; üstelik AYM üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunmuştur[17].

Bu  noktada belirtilmesi  gereken bir husus da şudur: AYM, kamuoyunda esasen yanlış aktarıldığı üzere “anayasal düzene ve devletin bütünlüğüne karşı suçlar açısından” Anayasanın 14. maddesinin Anayasanın 83. maddesindeki yasama dokunulmazlığının istisnası olarak uygulanmasını kategorik olarak reddetmemektedir; tam aksine bu durumun yasal bir güvenceye kavuşturulmasını, hangi suçların 14. maddenin kapsamında yer aldığının belirtilmesi gerektiğini savunmaktadır. Esasında parlamentonun yapması gereken şekilde Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu vb. kanunlarda yer alan hangi suç tiplerinin Anayasa’nın 14. maddesindeki hâllerin kapsamına girdiğini açıkça düzenleyen bir kanun yapmak[18] yahut öğretide de savunulduğu üzere temel hakların  kötüye kullanılmasını önlemek için yetersiz/gereksiz görülen bu düzenlemeyi (1982 Anayasası’nın 14. Maddesi) kaldırmak gerekmektedir.[19]

Böylece 1982 Anayasası’nın 14. maddesine ilişkin bu hususların düzenlenmemesi yoluyla oluşan yasama ihmali[20]  tam da “Ömer Faruk Gergerlioğlu” ve “Leyla Güven” kararlarında öngörüldüğü üzere, yargı organlarının açıkça keyfiliğine yol açmıştır.

3. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Son Kararı: Anayasanın Tastamam Uygulanmaması Ve  Kurumların İtibarı

Tüm bu gelişmeler üzerine Anayasa Mahkemesi, bilindiği üzere  Şerafettin Can Atalay 3 kararında tekrar Can Atalay’ın haklarının ihlal ettiğine hükmetmiş ve daha önceki kararındaki hukuki pozisyonun arkasında durmuştur.[21]  AYM’nin bu kararda benzer Şahin Alpay-II kararı ve Enis Berberoğlu-III kararlarından ayrılan önemli bir yönü, AYM’nin  bu kez “bireysel başvuru hakkının” ihlal edildiğine hükmetmesidir.[22] Buna göre AYM’nin bireysel başvuru yolunda verdiği kararların uygulanmaması, bireysel başvuru hakkını ihlal edecektir. Böylece Mahkeme, çağdaşları Federal Alman Anayasa Mahkemesi ya da Macaristan Anayasa Mahkemesi gibi “temel hak türeten” bir yargı organı olarak işlev görmeye devam etmektedir.[23]

Buna karşın Yargıtay 3. Ceza Dairesinin ise son kararı ile “yargı yoluyla hukuki kavramların aşınmasının” nadide ancak bayağı bir örneğini[24] oluşturduğunu ifade etmek gerekmektedir.  Anayasa hukukçusu Tolga Şirin’in de haklı olarak belirttiği[25] üzere Yargıtay 3. Ceza Dairesinin son kararında sadece birçok anayasal ve hukuki kavramın yanlış kullanılması değil[26]; aynı zamanda yüksek bir mahkemenin hiçbir kanuni bir dayanak olmaksızın  tamamen anayasadan ve yasadan kaynaklı yetkilerini kullanan bir yargı organının kararını hiçe sayması söz konusudur. Bu hususun  1982 Anayasası’nın hiç kimsenin kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağını söyleyen  6. maddesini de ihlal ettiği ortadadır. [27]

Bu noktada akla gelen bir başka soru ise Anayasa Mahkemesi’nin yargısal aktivizm ile açıklanamayacak ve “anayasanın tastamam uygulanmaması”[28] anlamına gelen bu tutum karşısında ne yapacağıdır?

Bu noktada yine karşılaştırmalı anayasa tarihinden bir örnek, anayasa yargısının meşruluğunun ve kurumların itibarının kolay elde edilemeyeceğini göstermesi açısından paylaşmaya değerdir.

2. Dünya Savaşı sonrasında 1949 Bonn Anayasası ile kurulan Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nin ilk sınavı, Soğuk Savaşın hemen başlangıcında Şansölye Konrad Adanuer’in yeniden silahlanma politikası kapsamında yurttaşlardan “ Savunma Harcı” alınmasına yönelik yasa teklifi sonucunda olmuştur. Bu teklif, her ne kadar yeni kurulan cumhuriyette iktidar ve muhalefeti karşı karşıya getirse de, teklifin anayasa ve siyasal tarih açısından asıl önemi ilk kez kamuoyunda bu denli politikleşmiş bir tartışmanın anayasa yargısı önüne taşınması ile olmuştur.[29] Avrupa Savunma Birliği’ne  Federal Almanya’nın yeniden katılmasına ilişkin anlaşmanın onaylanmasına dair yapılan iptal davası öncesinde Federal Hükümet, Cumhurbaşkanını “iptal davasının reddine” dair bir mütalaa vermeye teşvik etmiş; bunun Hristiyan Demokrat yargıçların çoğunlukta olduğu 2. Daire’de görüşülmesi için de hükümet davayı açan sosyal demokrat SPD grubuna karşı, uluslararası anlaşmalara karşı dava açılmasının  parlamento üstünlüğünü zedelediği hususunda bir  organ davası açmış ve böylece davanın 2. Daire’de görüşülmesini sağlamaya çalışmıştır.[30] Bu girişim ise “bumerang etkisi” yaparak geri dönmüş, Mahkeme  konuyu  Genel Kurul’a havale etmiş ve bu durum hükümet çevresinde şok etkisi yaratmıştır.[31]Genel Kurul’un vermiş olduğu karar ise parlamenter muhalefet açısından daha da  çarpıcıdır: Mahkeme, parlamentonun uluslararası anlaşmaları basit çoğunlukla onaylamasına dair bir kuşku bulunmadığını belirtmekle beraber, muhalefetin uluslararası anlaşmalara karşı iptal davası açmasının sadece bir hak değil, bir yükümlülük hatta anayasal bir görev (Verfassungsauftrag) olduğunu vurgulamıştır. Karara karşı bu dönemde  hükümet temsilcileri çok yoğun tepki göstermiş; kararın hukuki değil “ sıfır etkisinde (Nullum) olduğunu ifade etmişlerdir.[32] Dehler’in Anayasa’dan FAYM’nin en yüksek organ olduğunu çıkarmaya yönelik yasa girişimlerine karşı FAYM Yargıcı  Gerhard Leibholz’un  hazırladığı mütalaa Mahkeme tarafından 20’ye karşı 2 oyla kabul edilmiş ve gerek muhalefet gerekse de kamuoyunun desteği ile söz konusu yasal girişim akim kalmıştır.[33]

Her ne kadar daha sonra  anlaşma Fransa Parlamentosunda kabul edilmese de ve Adenauer seçim zaferi ile anayasayı değiştirecek bir çoğunluk etse  de,[34] kararın esas etkisi yeniden silahlanmaya yönelik değildir. Mahkeme, yoğun hükümet baskısına karşın ortaya koyduğu  tutum ile başta basın olmak üzere kamuoyunun yoğun desteğini sağlamıştır.[35] Ve böylece Mahkeme’ye 1953’ten sonra Adalet Bakanının onayı olmaksızın kendi bütçesini çıkarma yetkisi tanınmıştır.

Özetle belirtmek istediğimiz şudur ki, bir anayasal organ meşruluğunu şüphesiz anayasa metninden alır ancak toplumların “ anayasal inanç” olarak nitelendirebileceğimiz duygusunun  başta anayasa yargısı olmak üzere anayasal organlar için geçerli olmasının yollarından birisi de o organların kurumsal itibarlarına kendilerini sahip çıkmasıdır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin bu Yargıtay 13. Dairesinin  bu “anayasasızlaştırma” girişimine karşı göstereceği kurumsal refleks de  anayasa tarihimiz açısından oldukça önemli bir  köşe taşını oluşturacaktır.

4. “Atalay” Vakasının Ardından Anayasa Mahkemesi’nin Yapısına Dair Muhtemel Kanun Değişiklikleri ve  “ Hukuk Devleti” Açısından Sonuçları

TİP Hatay milletvekili Can Atalay’ın Yargıtay 3. Dairesinin anayasaya açıkça aykırı bu iki kararı sonrasında tahliye edilmemesi ve böylece 1982 Anayasası’nın 153. maddesinin açık hükümlerine karşın AYM’nin bireysel başvuru kararlarının uygulanmaması sonucunda ise  AYM kararlarının etkiliğinin arttıracak yasal düzenlemeler yerine tam tersi şekilde AYM’nin bireysel başvuru konusundaki kararlarına ilişkin 6216 Sayılı Kanun’un 50. maddesinde değişiklik yapılarak, Mahkemenin  bireysel başvuruya ilişkin yetkilerinin sadece ihlal tespitinde ve tazminata hükmetme yetkisi ile sınırlandırılması gündeme gelmiştir.[36]

Öncelikle tekrar ve tekrar vurgulamak gerekir ki insan hakları yargısının ve bunun en önemli araçlarından birisi olan bireysel başvuruda ihlal tespitinin nihai amacı eski hâle iadedir (restitio in integrum).[37] Bu noktada  6216 Sayılı Kanun’da değişiklik yaparak AYM’nin  bireysel başvuru kararlarını sadece ihlal tespiti ya da tazminata hükmetmekle sınırlamak, çoğu başvuruda ihlalin eski hâle iadesini mümkün kılmayacaktır.

Oysa ki 6216 Sayılı Kanun ile bireysel başvuruda ihlal kararı sonucunda AYM’nin yapabilecekleri, karşılaştırmalı örneklere bakıldığı zaman mevcut durum ile dahi yetersizdir. Örneğin anayasa yargısı açısından bireysel başvurunun en başarıyla uygulandığı örneklerden birisi olan Federal Alman Anayasa Mahkemesi (FAYM), “anayasa şikayeti” adı verilen bireysel başvuru yolunda ihlal tespitinde bulunduğu zaman, eğer ihlale yol açan bir mahkeme kararıysa o kararı kaldırma (aufheben) yetkisine sahiptir.[38] Öyle ki ihlalin yasaya karşı yapılan bir anayasa şikayetinde tespit edilmesi durumunda ise FAYM, tıpkı norm denetiminde olduğu üzere o yasayı üstelik geçmişe etkili olacak şekilde de iptal etme yetkisini haizdir.[39] “Amparo” usulüyle yine başarılı bir bireysel başvuru örneğini oluşturan İspanyol Anayasa Mahkemesi ise, yine ihlale konu olan işlemi, mahkeme kararını hatta yasayı iptal edebilir, uygulanmasını sınırlayabilir ya da ihlal edilen hak veya özgürlüğün yeniden inşası için gerekli önlemleri alabilir.[40]

Peki bu tür bir değişikliğin AİHM önünde etkisi ne olacaktır? Hiç şüphesiz AİHM de bir yargı yolunun etkili olması için koşullardan birisi olarak ihlalin giderilmesini (eski hâle iade) şart koşmaktadır.[41] Nitekim Anayasa Mahkemesi de Şerafettin Can Atalay-3 kararında esasında  Türkiye açısından bu muhtemel sonuca Gürcistan örneğini vererek, Apostol/Gürcistan kararında “Gürcistan Anayasa Mahkemesi’nin kamu mercileri veya yargı organlarınca alınan kararları iptal edebilme yetkisinin bulunmaması sebebiyle söz konusu başvuru yolunu etkili kabul edilmediğini” belirterek dikkat çekmiştir.[42] Bu nedenle 6216 Sayılı Kanunda yukarıda bahsedilen türden bir değişiklik AİHM önünde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunu etkisiz kılacak ve bireysel başvuru tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olmaktan muhtemelemen çıkacaktır.

Hukuka aykırı biçimde tutularak, seçme ve seçilme hakkı ve kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı başta olmak üzere pek çok hakkı ihlal edilen TİP Hatay Milletvekili Can Atalay açısından ise kararın bu biçimde uygulanmamasının sübjektif sonucu ise muhtemelen AİHM önünde yapılacak muhtemel bir başvuruda Türkiye’nin bir kez daha AİHS’in kişi özgürlüğü ve güvenliğine dair 5. Maddesi ile birlikte AİHS’in 18. maddesini de ihlal etmesi gerekçesiyle ihlal tespiti ile yüzleşecek olmasıdır.[43]

Tüm bu  tespitlerin ise anayasal bir devlet ve bir hukuk devleti açısından kuşkusuz çok kötü bir manzaraya işaret ettiğini açıklamaya ise lüzum bulumamaktadır.

5. Sonuç Yerine

Bir hukuk devletinin hiç kuşkusuz en önemli unsurlarından birisi mahkeme kararlarının uygulanmasıdır. Bu durum, merkezileşmiş bir anayasa yargısı modelinin benimsemiş bir ülke olan Türkiye’de ise Anayasa Mahkemesi kararları açısından daha da ayrı bir anlam ifade etmektedir.

Çok partili demokrasiye geçildiğinden bu yana “milli irade” kavramının siyasal ve dahi anayasal tartışmaların merkezinde olduğu Türkiye’de ise “ tutuklu milletvekili” olgusu ve bu olguya ilişkin verilen Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması ise esasında anayasa hukukunun somut verileriyle açıklanması oldukça zor bir durumdur.

[1] Türk  Dil Kurumuna göre “oksimoron”, zıt anlamlı iki kelime, kavramın bir arada kullanılmasıdır. Bkz. https://sozluk.gov.tr/oksimoron

[2] Bkz. Ahmet Mert Duygun, Popülist Anayasacılığa Giriş, Anayasa Hukuku Dergisi – Cilt: 9/Sayı:19/Yıl:2020, s. 437vd.

[3] Gezi Parkına ilişkin yapılan eylemlere dair AYM’nin çok sayıda verdiği “ toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı” ihlali de göz önünde bulundurulduğunda  bu davadan verilen mahkumiyetlerin değerlendirilmesi ise bambaşka bir yazının konusu olmayı hak edecekniteliktedir.

[4] AYM, Mustafa Ali Balbay Başvurusu, Başvuru Numarası: 2012/1272.

[5]AYM, Mehmet Haberal Başvurusu, Başvuru Numarası: 2012/849.

[6] Tolga Şirin, Özgürlük ve Güvenlik Hakkı- Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi – 1 (Ankara: 2018), s.275.

[7] İlgili anayasa değişikliği süreci ve eleştirisi hakkında bkz. Eyüp Kaan Demirkıran, Karşılaştırmalı Hukukta ve Türk Hukukunda Yasama Bağışıklıkları, Yetkin Yayınları, Ankara, 2023,  s.548vd. Bu anayasa değişikliği AİHM tarafından “anayasa değişikliğinin suistimal edilmesi olarak” nitelendirilmiş ve böylece uluslararası bir yargı organı tarafından bir “suistimalci anayasacılık” örneği olarak tespit edilmiştir. Bkz. AİHM, Kerestecioğlu Demir v. Turkey, Başvuru No: 68136/16.

[8] AYM, Kadri Enis Berberoğlu(2) Başvurusu, Başvuru Numarası: 2018/30030.

[9] Bu kararın eleştirisi için, Kemal Gözler, “İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Anayasa Mahkemesine Karşı”, https://www.anayasa.gen.tr/berberoglu-2.htm  (Erişim tarihi:10.01.2024)

[10]AYM, Kadri Enis Berberoğlu(2) Başvurusu, Başvuru Numarası: 2018/30030.

[11] Anayasa Mahkemesi’ne göre bunlar, yeniden yargılama  işlemlerine başlanılması, mahkumiyet hükmünün infazının durdurulması, başvurucunun hükümlü sıfatının durdurulması, yeniden yapılacak yargılama durma kararı verilmesidir.

[12] Bu hususta bkz. Ulaş Karan, Milletvekilliği Düşürülen Bir Kişi Anayasa Mahkemesi Tarafından Verilen Bir İhlal Kararı Sonrasında Yeniden Milletvekili Sıfatını Kazanabilir mi?, Lexpera Blog, https://blog.lexpera.com.tr/milletvekilligi-dusurulen-bir-kisi-anayasa-mahkemesi-tarafindan-verilen-bir-ihlal-karari-sonrasinda-yeniden-milletvekili-sifatini-kazanabilir-mi/ (Erişim tarihi:10.01.2024)

[13] AYM, Leyla Güven Başvurusu, Başvuru Numarası: 2018/26689.

[14]AYM, Ömer Faruk Gergerlioğlu Başvurusu, Başvuru Numarası: 2019/10634.

[15] Nitekim uygulamada Anayasanın 14. maddesinin kapsamına hangi suçların girdiği Yargıtay kararları ile tespit edilmeye çalışılmaktadır.  Bkz.Osman Serkan Gülfidan, Yasama Dokunulmazlığı- Müessesinin Amacı Karşısında 1982 Anayasasının Yasama Dokunulmazlığının Kapsamı ve Sınırları- Oniki Levha Yayınları, s.107vd.

[16]Bkz. AYM, Şerafettin Can Atalay (2) Başvurusu, Başvuru Numarası: 2023/53898.

[17]Bu kararın eleştirisi için bkz. Sibel İnceoğlu,  Milletvekili Av. Can Atalay’ın dokunulmazlığı üzerine, Bianet, https://bianet.org/yazi/milletvekili-av-can-atalay-in-dokunulmazligi-uzerine-281508 (Erişim Tarihi: 10.01.2024).

[18]Bkz., Tevfik Sönmez Küçük, Anayasa Hukukunda Çağdaş Eğilimler Işığında Parlamenter Dokunulmazlıklar, Legal Yayıncılık, (İstanbul: 2019), s.370. Aynı yönde  tutuklu milletvekili sorunun  Anayasa’nın 14. Maddesinin farklı yorumlarından kaynakladığı yönünde bkz. Demirhan Burak Çelik, Tutuklu Milletvekilleri, Seçme ve Seçilme Hakkı ve Anayasa Mahkemesi, in: Seçim, Demokrasi ve Seçim Sistemleri Sempozyumu (ed. Havva Karagöz/ Atagün Mert Kejanlıoğlu), On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2019, s.99. Nitekim 1961 Anayasasında yer almayan bu kural, yazarın belirttiği gibi 1982 Anayasasının yapım sürecinde Milli Güvenlik Konseyi  tarafından anayasaya eklenmiş; ancak bu istisna her ne kadar 2007 sonrasında bazı milletvekilleri için uygulansa da bu milletvekilleri, tutuksuz yargılanmışlardır.  Aynı yönde bkz. Gülfidan, s.97.

[19] Cem Eroğul, Anatüzeye Giriş(Anayasa Hukukuna Giriş)

[20] Yasama ihmaline ilişkin  bkz. Tolga Şirin, Yasama İhmali Yoluyla Anayasaya Aykırılık: Kemal Gözler’in Yazısı Vesilesiyle Bir Değerlendirme, in: Norm ve Olgu(Gözler, Altıparmak ve Şirin’in HAGB Kararı Tartışmaları), Yetkin Yayınları, Ankara 2022, s.41.

[21] Şerafettin Can Atalay Kararı-III Başvuru No: 2023/99744.

[22] Şerafettin Can Atalay Kararı-III Başvuru No: 2023/99744.

[23] Bu noktada Avrupa Adalet Divanının “ unutulma hakkı içtihadı”  uluslararası insan hakları yargısından,  Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nin ise geçtiğimiz sene pandemi tedbirlerine ilişkin verdiği “ okulda eğitim hakkı” , Macaristan Anayasa Mahkemesi’nin geçmişte türettiği “özkimlik- kendini belirleme hakkı” gibi haklar  bu noktada akla gelen ilk kararlar olmaktadır. Bu hususta bkz. Jorge Luis León Vásquez, Die grundrechtsschaffende Gewalt Vorschlag für eine Methodik zur Prüfung der Schaffung neuer Grundrechte durch die Verfassungsgerichte, Dunckler&Humblot Verlag, Berlin 2024, s.33.

[24] Anayasa tarihinde yargının totaliter ya da otoriter rejimler için nasıl başarılı bir aparat olarak işlev gördüğüne ilişkin  bkz.  Helmut Kramer ,  Zum Gebrauch und Missbrauch der juristischen Methoder zur Stabilisierung(nict nur) totaliterer Systeme, Zum Gebrauch und Missbrauch der juristischen Methode zur Stabilisierung(nicht nur) totalitarer Systeme,in : Die Unabhaengigkeit des Richters( Hrsg: Holzwarth/Lamprecht/Schalk/Spaeth/Zech),Mohr Siebeck, s.33vd.

[25] Bkz. Tolga Şirin, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin Süregelen Hataları, https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/yargitay-3-ceza-dairesinin-suregelen-hatalari,43035 (Erişim tarihi:10.01.2024)

[26]  Yargıtay örneğin Kıta Avrupası anayasal modelini benimsememiş olan Pakistan hukuk sisteminde bir merkezileşmiş anayasa mahkemesi olduğunu iddia etmiş ve Pakistan Yüksek Mahkemesini “Pakistan Anayasa Mahkemesi” olarak nitelendirmekten geri durmamıştır. Bkz. Yargıtay 3. CD, E: 12611 K:2024/1. Mahkeme bunun dışında “süper temyiz mahkemesi” ya da “anayasaya sadakat” gibi hukuki ama bir o kadar da teknik kavramları  pejoratif biçimde kullanmaktan  çekinmemiştir. Aynı yönde bkz. Şirin, https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/yargitay-3-ceza-dairesinin-suregelen-hatalari,43035  (Erişim tarihi:10.01.2024)

[27] Bu madde ilk kez 1961 Anayasası ile düzenlenmiştir. Bkz. Fevzi Demir, Cumhuriyet Dönemi Türk Anayasaları ve Hükümet Sistemleri, https://hukuk.deu.edu.tr/wp-content/uploads/2020/01/Fevzi-Demir3.pdf

[28] 1961 Anayasası döneminde Anayasa Mahkemesi’nde açmış olduğu davalarla anayasa hukukunun ve temel hakların gelişmesine büyük katkısı olan ve parlamenter muhalefet açısından siyasal tarihimizdeki yeri yadsıanmayacak olan Türkiye İşçi Partisi’nin(TİP) kurucu genel başkanı Mehmet Ali Aybar, İşçi Partisinin  anayasanın tastamam uygulanmasını hedeflediğini ve bunun %100 devrimci bir hareket olduğunu ifade etmektedir. Aybay’ın bu sözleri ve TİP’in anayasa mahkemesinde açmış olduğu davalar için bkz.  M. Murat Öngel, “Anayasa’nın Eksiksiz, Tastamam Uygulanması”: Türkiye İşçi Partisi’nin Anayasa Mahkemesi’nde Açtığı İptal Davaları (1963 – 1971), ViraVerita E-Dergi, Sayı 6, s.43-44.

[29] Bu tartışma için bkz. Dieter Grimm, Die Historiker und die Verfassung- Ein Beitrag zur Wirkungsgeschichte des Grundgesetzes, C.H. Beck Verlag,  München 2023, s.65vd.

[30] Grimm, s.71-72.

[31]  BVerfGE 2, 143.

[32] Bu görüşleri söyleyen kişi dönemin Adalet Bakanı Dehler’dir. Bkz Grimm, s.72.

[33] Grimm, s.73.

[34]  Avrupa Savunma Anlaşması yerine Almanya Kuzey Pasifik  İttifakı Nato’ya girmiştir.

[35] Grimm, s.72.

[36]  Bkz. https://www.haberturk.com/aym-yargitay-krizinde-son-perde-bireysel-basvuru-yasasinin-50-maddesi-degisiyor-3639293(Erişim tarihi:11.01.2024)

[37]  Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Hüdanur Aygut, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Sisteminde İhlallerin Onarılması, Yıl 2017, Cilt: 22 Sayı: 37, 177 – 216

[38] Michael Sachs, Verfassungsprozessrecht, s.161 vd.

[39] Sachs, s.162.

[40] Sibel İnceoğlu, Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru: Türkiye ve Latin Modelleri, Oniki Levha Yayıncılık, s.120vd.

[41] Bu hususta bkz. Kerem Altıparmak, Öllü Doğan Çocuk: 685 Sayılı KHK ile Kurulan OHAL Komisyonu, Ankara Barosu Dergisi, 75.1, (2017), s. 69-88.

[42] Şerafettin Can Atalay Kararı-III Başvuru No: 2023/99744, Prg. 30.

[43] AİHS’nin 18. Maddesine ilişkin detaylı bir çalışma için bkz. Benan Molu, Siyasi Amaçlı Tutuklama Yasağı Çerçevesinde İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 18. Maddesinin Kapsamı, Onik, Levha Yayıncılık, İstanbul 2019.

print