I
“Umutsuzluğun içyüzü Sefiller‘in alt başlıklarından biri; hatta bir bakımdan, Sefiller’in kendisi. Bilindiği gibi Victor Hugo, Jean Valjean’ın, tarihin en büyük yapıtlarından birini örecek olan o kökensel hikayesine ‘Fantine’ başlıklı birinci bölümün ikinci kitabında yer verir: Öksüzlük, yoksulluk, kalabalık bir ailenin genç yaşta üstlenilen sorumluluğu, günde yalnızca 18 metelik, o da budama mevsiminde. Kısaca, koca bir sefalet. Görünen odur ki Jean Valjean, tarihsel dönüşümün o acımasız uçurumundan payını almıştır; O, ‘mülksüzleştirilenler’in milyonlarca varisinden biridir ve tam da bu yüzden, yani ‘güven’de olmasını sağlayacak tek şey sahip olduğu emek gücü olduğundan, “yapabildiği her işi yapar”. Fakat Marx’ın da dediği gibi, “ücretli işçi olmak […] bir şans değil, şanssızlıktır”.1 Jean Valjean sonunda işsiz kalır. Sonrası malum. Bir ekmek uğruna işlenen, affı imkânsız kadim suç: Hırsızlık. Ve onun asil hayaleti: Ceza. Hugo şöyle yazar: “Uygarlığımızın korkunç saatleri vardır. Cezanın bir insanın mahvını ilan ettiği anlardır bunlar”.2
Başkahramanımızın bu acıklı hikayesinden sonra, “umutsuzluğun içyüzü”nden söz eder Hugo. Jean Valjean’ın içinde büyüyen umutsuzluğun ve öfkenin insani ama karanlık muhasebesini yapar. Aldığı cezanın aşırılığı haksız değil mi diye sorar söz gelimi. Ağırlaştırılan hüküm, güçsüze karşı bir suikasttan başka ne olabilir? Fakat daha da önce, çalışkan bir işçi olduğu halde ekmek bulamaması yalnızca Jean Valjean’ın suçu mudur? “Toplumun bu gibi şeylere yakından bakması gerekir” diye yazar, “çünkü bunları yapan odur”.3
Hugo bu sorulara, romanın ilerleyen bölümünde Fantine’nin ölümüyle yanıt verir; “Nedir bu Fantine hikayesi?” diye sorar. “Bir köle satın alan toplumun hikayesidir bu. Kimden satın alıyor? Sefaletten. Açlıktan, soğuktan, yalnızlıktan, terk edilmişlikten, yoksulluktan. Acıklı bir alışveriş. Bir lokma ekmeğe bir ruh. Sefalet sunuyor, toplum da kabul ediyor”.4
Unutmadan belirtelim, benzer bir şeyi, Friedrich Engels İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu başlıklı kitabında yazmıştır: “Aynı şekilde toplum da, yüzlerce proleteri kılıcın ya da kurşunun yol açacağı ölümler kadar vahşice ve doğal olmayan, zamansız bir ölümün pençesine ittiğinde, binlerce kişiyi yaşamı için gerekli olan şeylerden yoksun bıraktığında ve yaşayamayacağı koşullar içine sürüklediğinde -kanunun güçlü kolları arasında kaçınılmaz bir son olan ölüm teslim alana dek onları bu koşullar altında kalmaya zorladığında- ve bu binlerce insanın yok olacağını bile bile bu koşulların sürmesine izin verdiğinde cinayet işlemektedir, bir bireyin işlediğinden farksız bir cinayet”.5
Hugo ve Engels’in ‘toplum’ sözcüğünden, basitçe, bir insanlar toplamını anlamadıklarını söylemeye gerek yok sanırım. Toplum bu pasajlarda, belirli bir bütünlüğü; insanlardan olduğu kadar -hatta daha da önemlisi- belirli ilişki, yapı, biçim ve bağıntılardan oluşan bir entiteyi ifade eder. Bu, kapitalist toplumdur; dolayısıyla kapitalist toplumsal ilişkiler, yapılar, biçimler ve bağıntılardır sözü edilen. İşte güvencesizlik adını verdiğimiz şey de bunlardan biridir ve her ne kadar son otuz kırk yılın bir görüngüsü gibi ele alınsa da “kapitalist toplumsal ilişkilerin kuruluşuna ve işleyişine içkindir”.6
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 33. sayısında okuyabilirsiniz.