“ Varmadan sekizine
Ergin oldu Ünzile
Hem çocuk hem de kadın on ikisinde ana
Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin
Susar kadın Ünzile”
Aysel Gürel
Çocukların, fiziksel, zihinsel ve duygusal olgunluğa erişmeden evlendirilmesi tarih boyunca önemli bir toplumsal sorun olmuştur. Çocuğu; yetişkinden ayrı özellikleri olan, farklı gelişim evrelerine sahip bir birey olarak değil yetişkinin küçük modeli olarak gören anlayış, çocuğu cinsel ilişkinin ve evlenmenin tarafı olarak da görebilmektedir.
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçların çocuklara yönelik olarak işlenmesi sorunu ele alınırken sürekli karşımıza çıkan öneri; fail ile mağdurun evlenmesi halinde davanın/cezanın düşmesi veya ertelenmesi önerileridir.
Bu öneriler getirilirken; “fail ile mağdurun birbirini sevdiği”, “isteyerek birlikte oldukları”, “bu birliktelikten çocukları olduğu”, “şimdi faile ceza vermenin yeni mağduriyetlere yol açacağı” söylenmektedir.
Peki gerçek her zaman böyle midir?
01/06/2005 tarihinde yürürlükten kalkan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 434. maddesinde bu durum şöyle düzenlenmişti:
“Kaçırılan veya alıkonulan kız veya kadın ile maznun veya mahkumlardan biri arasında evlenme vukuunda koca hakkında hukuku amme davası ve hüküm verilmiş ise cezanın çektirilmesi tecil olunur. Müruru zaman haddine kadar erkek tarafından haksız olarak vukua getirilmiş bir sebeple boşanmaya hükmedilirse takibat yenilenir. Evvelce hüküm verilmiş ise ceza çektirilir. ”
Düzenlenen hukuk kurulları somut olayları değil ilkeleri ortaya koyar. Bu kurallar konulurken her zaman istenen “masum” sonuçlar mı ortaya çıkar. İstismarcısıyla evlendirilen mağdur her zaman “onu sevmiş midir?”
765 sayılı TCK’nın 434. maddesinin yürürlükte olduğu dönemde yaşanan gerçek bir davayı özetleyen aşağıdaki olayı okuduğunuzda da “istismarcısıyla evlenmenin mağduriyetleri giderdiğini” söyleyebilecek miyiz?
…
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 13. sayısında okuyabilirsiniz.