Laiklik, son 20 sene içinde ülke tarihinde hiç olmadığı kadar gündeme alınmış, tartışılmış, saldırıya uğramış ve tahrip edilmiş vaziyettedir. Kökenlerini 1980 darbesi sonrası kurulan Türk-İslam sentezinin hegemonik pozisyonu ile neoliberal karşı-saldırıdan alan bu tahribat, son 20 sene içinde siyasal-İslamcı bir bloğun tek başına sürdürdüğü kesintisiz iktidarıyla daha önce hayal dahi edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Toplumun ciddi bir İslamizasyon politikası ile şekillendirildiği AKP iktidarı dönemi; başta eğitim politikalarında yaşanan İslamcı dönüşüm olmak üzere Cumhuriyetin laik niteliğinin hiç olmadığı kadar çok tartışılan bir mesele hâline gelmesine sebep olmuştur. Bugün başta laiklik olmak üzere, tüm Aydınlanmacı Cumhuriyet değerleri yoğun bir saldırı altındadır ve ülkede yakın dönemde gündeme giren yeni Anayasa tartışmalarının da bizlere gösterdiği üzere, bu saldırıya mevcut Anayasa’nın 2. maddesinde sıralanan Cumhuriyetin temel nitelikleri, yani ülkemizin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” oluşu da dahildir.
Ülke gündemine son günlerde bir girip bir çıkan yeni Anayasa önerisi, eski Türkiye’nin cenazesinin çoktan kaldırıldığı son dönemde bizlere ne gibi yenilikler sunacak henüz bilmiyoruz. Fakat başta laiklik olmak üzere tüm Cumhuriyet kazanımlarına topyekûn savaş açmış olan iktidar bloğunun anayasa paketinden demokratik, özgürlükçü, sosyal adaleti ve laikliği savunan bir proje çıkması yönündeki umutlar karşılığını bulamayacak gibi görünüyor. Zira şimdiden Anayasa’dan laikliğin dahi çıkarılabileceği tartışılmaya başlanmışken, iktidar partisinin koalisyon ortağı olan MHP’nin büyük bir gururla kamuoyuna açıkladığı 100 maddelik yeni Anayasa önerisi başlangıç hükümlerine “Allah’ın lütfu, kardeşlik ruhu ve vatan sevgisiyle varlık bulmuş biz Türk Milleti” düsturu ile giriş yapıldığı görülmektedir (Deutsche Welle, 2021). Nitekim bundan pek de uzak olmayan bir geçmişte laikliğin anayasadan çıkarılması taleplerinin, 2015-2018 yıllarında TBMM başkanlığı yapan İsmail Kahraman tarafından dile getirilmiş olduğu (BBC, 2016) hatırlanacak olursa, ülkenin siyasal düzleminde yaşanan anti-laik dönüşümün boyutları da açıkça kavranacaktır.
Son dönemde peyda olan yeni Anayasa tartışmaları, AKP iktidarı boyunca laikliğin bu denli açık şekilde sanık sandalyesine oturtulduğu ne ilk ne de son gündem olacak gibi görünüyor. 20 yıllık iktidarı boyunca siyasal-İslamcı bir gelenekten beslenen iktidar partisi, toplumun her kesiminde etkisi derin şekillerde hissedilen ciddi bir dinselleştirme politikası izlemiştir. Bunun en büyük yankıları 4+4+4 düzenlemesiyle eğitim sisteminde duyulmuş olsa da; kadın haklarını hedef alan sonu gelmez dinci saldırılar, pek çok bakanlığın bütçesini aşan ölçekte büyüyen Diyanet ve politikaları, siyasi-toplumsal uzlaşı dilinin dinsel motiflerle yeniden örülmesi, kamusal alanın ve kamu görevlileri rejiminin din kuralları etrafında inşa edilmesi gibi sayılamayacak kadar çok cephede yoğun bir İslamizasyon yaşanmaktadır. Tüm bunlar yaşanırken hâlâ Anayasa’nın değiştirilemeyecek bir maddesi olarak yerinde duran laikliğin, anlamını tümüyle yitirdiğini ve hatta, Anayasa’dan laikliğin adını çıkarmadan kendisini çıkardıklarını ileri sürmek mümkün görünmektedir. Nitekim laikliğin Türk Anayasalarındaki yeri kısaca izlenecek olursa, anayasal statüye sahip kurucu bir ilke olmasına karşın; laikliğin içeriğinin hukuk tarafından değil de, mevcut dönemin toplumsal-politik koşulları tarafından belirlendiği daha net anlaşılacaktır.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 31. sayısında okuyabilirsiniz.