Her ne kadar hükümet çevreleri halen ısrarla aksini iddia etmekte olsa da, birbiri ardına konkordato ilan eden veya iflas eden şirketlerin, kitlesel işten çıkarmaların, yeniden iki haneli rakamlara ulaşan enflasyonun apaçık ortaya koyduğu gerçeklik, Türkiye’nin yine bir iktisadi kriz içerisinde bulunduğudur. Bu durumu dış güçlerin ülkemiz üzerindeki karanlık oyunlarına, faiz lobisinin manipülasyonlarına ve bilumum umacının sihirbazlıklarına bağlayıp halkı uyutanların masallarına değil; bilimin sesine kulak verildiğinde, aslında iktisadi krizin öyle bir gece ansızın değil yıllar öncesinden, hem de davul zurna çalarak geldiği ve kapitalist ekonominin işleyiş yasaları dikkate alındığında esasen bunda şaşırılacak bir şey de bulunmadığı açıkça görülecektir.
Gelişimi kâr hırsına ve özel sermaye birikim dürtüsüne dayalı olan kapitalizm, tam da bu birikimin işleyiş dinamiği gereği sürekli kriz üreten bir yapı arz eder. Kapitalizmin içkin kuvvetlerinin yarattığı birbirini izleyen durgunluk, bunalım ve toparlanma evrelerinden oluşan ekonomik çevrimlerin, zannedildiği veya kapitalizm savunucuları tarafından öyle gösterilmeye çalışıldığı gibi “rastlantısal” değil, belirgin bir “sistemsel” mizacı vardır. Kapitalizm, konjonktürel kısa dalgalanmalarla paralel biçimde, onlarca yıl süren büyüme/canlılık dönemlerini uzun hareketsizlik/duraklama dönemlerinin takip ettiği uzun dönemli çevrimler ya da “Uzun Dalgalar” halinde bir sistemsel kalıba sahiptir.
Kapitalizmde yaşanan krizlerin gerçek nedeni, uzun dönemde ve dünya pazarı ölçeğinde bakıldığında, sermayenin organik bileşiminin yükselmesi sonucunda kâr oranlarının düşme eğilimidir. Ancak bu genel eğilimden büsbütün ari olmamakla birlikte tekil ulusal ekonomilerde, dış ticaretteki bozulma veya sermaye kaçışının cari açığı büyütmesi gibi farklı somut gelişmelerin neticesinde ortaya çıkan konjonktürel krizler de yaşanabilmektedir.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 16. sayısında okuyabilirsiniz.