1980’li yıllardan itibaren sermaye hareketlerinin küreselleşmesi, uluslararası iş bölümünü radikal bir biçimde yeniden yapılandırmıştır. Ulus-ötesi şirketlerin çıkarları doğrultusunda sermaye kontrolleri zayıflatılmış, küresel üretim ve tedarik zincirleri oluşturulmuş ve ülkeler giderek artan bir ölçüde uluslararası rekabetçi baskılara maruz bırakılmıştır. Devletin kurumsal mimarisi de sermayenin uluslararası hareketlerini desteklemek üzere yeniden kurgulanmıştır. Özelleştirmeler ve emek piyasasını esnekleştirmeyi hedefleyen politikalarla birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde neoliberal reformlar, sermayenin emeği ve diğer bağımlı sınıfları bütünüyle tahakküm altına alabilmesi için olanaklar yaratmış, güvencesizliği ve yoksulluğu artırmıştır. Ayrıca, sosyal harcamalarda nicel ve nitel erozyon ile kamusal hizmetlerin özelleştirilip, ticarileşmesine yol açmıştır. Bu sürecin bir diğer sonucu ise, sermayenin değerlenmesi için doğanın, kamusal alanların ve diğer müştereklerin metalaşmasıdır. Günümüzde kapitalist devletin sınıfsal karakterini iyice çıplaklaştıran mülksüzleştirme politikaları devam ederken, hammadde, toprak, su vb. yanı sıra bilgi, değerler, kültürel kimlikler dahil olmak üzere her şey metaya dönüşmekte, şiddetli çatışmaların nesnesi haline gelmektedir. Öte yandan, insan türünün doğa ile girdiği metabolik ilişkinin kırılması ve verimlilik artışına paralel olarak üretimin genişlemesiyle doğal kaynak ve enerji girdilerinin aşırı kullanımı sermaye birikimini uzun vadede olumsuz etkilemektedir. Kaldı ki son yıllarda dünya kapitalizminin içine girdiği ekonomik durgunluk, üretkenlik artışında yavaşlama ve birikim temposundaki önemli düşüşü beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, kapitalizmin sadece ekoloji karşıtı değil; ekoloji yanlısı yeni kalkınma potansiyelleri içeren maddi dinamikler yarattığını söyleyebiliriz. Nitekim, son yıllarda neoliberalizmin ‘yaratıcı yıkıcılığına’ pansuman olarak yeşil birikim stratejileri öne çıkarılmaktadır.
Yeşil ekonomi çerçevesinde kurgulanan kalkınma modelinin ana hatları, ekolojik modernizasyona dayanan bir tekno- ekonomik paradigma, dolayısıyla arz-talep dengesini düzenleyen ve kârların yeni sürdürülebilir yatırımlara aktarılmasına olanak tanıyan yeşile boyanmış bir birikim rejimi, toplumsal sınıfların bu yeni birikim rejimine uygun davranış kalıpları, normlar, değerler benimsemesini sağlayan kurumlar ve yöntemler setini barındıran bir düzenleme tarzı, küresel pazarlarda mal ve sermaye hareketlerini yeniden yapılandıran bir uluslararası rejim biçiminde özetlenebilir.1 Ekolojik modernizasyonun ulaşımdan imalat, tarım, enerji, inşaat, turizm, medya ile birçok servis hizmetine kadar uzanan geniş bir yelpazedeki sektörü canlandırarak sermayenin yeniden değerlenmesi için fırsatlar yaratacağı kesindir. Zira yeşil olmak çok uluslu şirketler tarafından oldukça karlı bir strateji olarak benimsenmektedir. Yatırımlar yeni finansman mekanizmaları gerektireceğinden ve tüketiciler çevreci tüketim kalıplarıyla teşvik edileceğinden, bankacılık ve finans sektörü bu dönüşümden karlı çıkacak ve yeşil kapitalizm de bir borç ekonomisi olarak gelişecektir. Ayrıca finansal piyasaların genişlemesinin ve sermayenin uluslararası bir ölçekte bütünleşmesinin farklı kâr olanakları yarattığını da söyleyebiliriz. Aşağıda detaylandırılacak olan karbon piyasaları aracılığıyla yürütülen emisyon ticareti bu alternatif yatırım fırsatlarını örnekler niteliktedir. Sonuçta yeşil kapitalizm, sermayenin tüm devrelerini yeni modelin düzlemine taşımak amacındadır.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 22. sayısında okuyabilirsiniz.