Aralık 2019 tarihinden itibaren tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 (yeni koronavirüs) pandemisi uzun bir süre, hastalıkla nihai olarak başa çıkabilecek bir tıbbi tedavi yönteminin olmaması sebebiyle toplumları büyük oranda çaresiz kılmış ve pandemi ile başa çıkma konusunda birincil derecede sorumluluğu olan hükümetleri, genel sağlığı korumak adına yurttaşların hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tedbirler almaya yöneltmiştir.
Kişilerin hastalanmasını engelleyecek ve virüsün bulaşımını güçleştirecek COVID-19 aşıları ise bilim insanlarınca yürütülen yoğun çalışmaların ardından ilk defa Aralık 2020 tarihinde insanlığın hizmetine sunulmuş; ancak gerek aşıların olağan dönemlere kıyasla çok hızlı biçimde üretime sunulması gerek potansiyel bazı yan etkilerinin bilinmemesi gerekse komplo teorilerinin yayılması gibi etkenler dünyada belirli bir kitlenin aşı olmama yolunda bir tutum almasına yol açmış, bu da hastalığın yayılımına karşı mücadeleyi zayıflatmıştır. Bu noktada akla gelen ilk çözüm ise aşının zorunlu tutulmasıdır ki; bu da bereberinde birçok hukuki sorunu getirmektedir. Bu kısa çalışmada aşının zorunlu tutulması; anayasa hukuku açısından karşılaştırmalı hukuk ve yargı kararları da göz önünde bulundurularak ele alınacaktır.
1) Türk Anayasa Hukukunda Zorunlu Aşı Sorunu ve COVID-19
Türk hukukunda aşının zorunlu kılınması konusu hiç şüphesiz özgürlükler hukuku ile doğrudan ilintilidir. Bu sebeple öncelikle 1982 Anayasası’nın ortaya koyduğı özgürlükler rejimi çercevesinde soruna yaklaşmak gerekmektedir. Bu noktada öncelikle aşının zorunlu kılınmasının hangi özgürlükle ilişkili olduğu diğer bir ifadeyle hak süjesinin aşılanmaya zorlanmasının hangi özgürlüğün koruma alanına ilişkin olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir.
Bu hususta öncelikle akla gelecek ilk temel hak, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen vücut bütünlüğü hakkıdır. Vücut bütünlüğü hakkı en basit haliyle kısırlaştırmadan, ağrıdan, biçim bozukluğundan ve vücut sağlığının bozulmasından uzak olmayı tarif etmektedir. Kişinin fiziksel ve zihinsel bütünlüğü; Sözleşme açısından ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m. 8 anlamında özel yaşamın koruma alanına girmektedir. Salt vücuda yönelik müdahaleler, AİHS’in 8. maddesinin koruma alanı içinde yer almaktadır.3 Şüphesiz zorunlu aşı uygulaması aşının uygulandığı kişiye bağlı olarak başka temel haklara müdahaleyi de gündeme getirebilecektir. Nitekim AYM’nin de belirttiği üzere “birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için o hastalığın mikrobuyla hazırlanmış eriyik olarak tanımlanan maddelerin vücuda verilmesi şeklindeki aşı uygulamasının” müdahalenin boyutundan bağımsız olarak vücut bütünlüğüne bir müdahale oluşturduğu açıktır. Eğer bir çocuğun ebeveynlerin iradesi hilafına zorunlu aşılanması söz konusu ise burada aile yaşamına saygı hakkı (Anayasa m. 41. ve AİHS m. 8) yahut kişinin dini inancının aksine4 bir aşılanma söz konusu ise de din ve vicdan özgürlüğünün (Anayasa’nın 24. maddesi ve Sözleşme’nin 9. maddesi) koruma alanına bir müdahalede bulunmuş olacaktır.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 32. sayısında okuyabilirsiniz.