Ülkenin bir tür seçim sürecine girdiği bu dönemde, kan kaybı yaşayan iktidarın kayıplarını asgariye indirmek ve iktidarda kalmayı garantilemek için yeni bir seçim yasasına gereksinim duyması kaçınılmazdı. Uzunca bir zamandır yeni bir seçim yasasının sözü edildiği gibi, özellikle iktidarın yılmaz destekçisi (!!) MHP’nin baraj altında kalacağının neredeyse kesinleşmesi ve ayrıca, normal koşulda 2023 yılı Haziran ayında yapılması gereken seçime yaklaşık 1 yıldan biraz fazla bir sürenin kalmış olması da gözetildiğinde, seçim yasası değişikliğinin gündeme alınması kaçınılmaz olmuştu. Bunun başka bir temel nedeni de, 298 sayılı Seçim Yasası’nda bulunan bir hükümdü ve buna göre seçim yasasında yapılan değişikliklerin, en erken 1 yıl sonra yürürlüğe giriyor olmasıydı. Böylece siyasi iktidar daha fazla gecikmeden yasal değişiklikleri TBMM’ye sundu ve kısa süre içinde Meclis’ten geçirerek yasalaştırdı. Milletvekili Seçimi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7393 sayılı Yasa, 31.03.2022 tarihinde kabul edildi ve yapılan yasal değişiklikler ile seçime gidilmesi kesinleşti. Yasa metnindeki önemli değişikliklerin üzerinde durarak sorunlu ve sakıncalı taraflarını açıklamak zorunlu bir görev olarak beliriyor.
Yasa’nın 1. maddesinde yapılan değişiklik ile, seçim barajı %10’dan % 7’ye indirilmiş. Bu hükmün getirilmesinin amacının, tartışmasız olarak, iktidar ortağı MHP’nin oylarındaki düşüş olduğu anlaşılmakla, partinin baraj altında kalması ve meclise milletvekili sokamaması şeklindeki tehlikeyi bertaraf etmek olduğu kuşkusuzdur. Seçim barajının düşürülmesinin demokratik bir yaklaşım olduğu düşünülse bile, özellikle batılı demokratik ülkelerde seçim barajının %3-5 düzeyinde olduğu dikkate alındığında, temel hedefin iktidarın sürekli destekleyicisi konumundaki partinin meclise girebilmesini sağlamak olup, demokratik yaklaşımın göz ardı edildiği anlaşılmaktadır. Ciddi oy kaybı yaşadığı gözlenen iktidarın, Meclis’te çok ihtiyacı olacak oy çoğunluğunu yitirmek istemediği açıktır. Öte yandan, Anayasa’nın 67. maddesinin 6. bendinde, “Seçim kanunları temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir” hükmü bulunmakta olup getirilen düzenlemenin bu kurala aykırı olduğu da dikkate alınmalıdır. Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin varlığı ve tek adam konumundaki Cumhurbaşkanı’na verilen yetkiler itibariyle yüksek kabul edilmesi gereken bu seçim barajı oranı demokratik olmaktan uzaktır. Böylece, bu değişikliğin yaratacağı sonuçları gerçekleşecek seçim ile görebileceğiz.
Yasa’nın 2. maddesi ile, Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 34. maddesi değiştirilmiş ve ittifak oluşturan partilerle ilgili hükümler getirilmiştir. Özellikle son fıkrada yapılan değişiklik ile, artık oyların dağılımı hususu yeniden düzenlenmiş ve iktidar lehine sonuç doğuracak bir şekle sokulmuştur. Yasa yapıcılarının her zamanki sorunlarından biri olan, yasa metinlerinin ifadelerinin en anlaşılmaz ve kötü şekilde düzenlenmesi burada da söz konusu olmuş ve yasa metninde aynen, “ittifakın aldığı oy toplamı genel barajı geçtiği takdirde, seçim çevrelerinde milletvekili hesabı ve dağılımı, ittifak içerisinde yer alan her bir partinin o seçim çevresinde almış olduğu oy sayısı dikkate alınarak 3. fıkra hükümlerine göre yapılır” denilerek, hüküm açıklıktan uzak ve kafa karıştırıcı bir şekle sokulmuştur. Bu düzenleme ile getirilenin, ittifakların aldıkları oylar sonrasında ittifaka dahil olan partilerin oy oranları itibariyle ülke barajını geçmiş iseler buna göre milletvekili çıkarmaları yanında, barajı geçemeyen partilerin almış oldukları yani “artık oy” olarak nitelenecek oyların, o seçim çevresinde en çok oy alan parti adına kaydedilmesidir. Böylece, bu hükmün uygulanmasının iktidar partisi lehine sonuç doğuracağı umulmaktadır. Ancak, belli bir seçim çevresinde ana muhalefet partisinin en çok oy alan parti olması olasılığı da gözetildiğinde, iktidarın beklentisinin boşa çıkması pekala mümkün görünmektedir. Kuşkusuz ki, siyasi iktidar kendi egemenliğini devam ettirme adına bu değişikliği gerçekleştirmiştir.
Yasa’nın 5. maddesi ile, en fazla tartışmaya ve eleştiriye açık görünen ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 15. maddesinde yapılan değişikliktir. Buna göre, maddede yapılan en dikkat çekici ve önemli değişiklik, il ve ilçe seçim hakimlerinin belirlenme şekline ilişkindir. 298 sayılı Yasa’nın 15/1. maddesinin eski halinde seçim hakimlerinin Yüksek Seçim Kurulu tarafından 2 yılda bir belirleneceği ve en kıdemli hakimlerin seçim hakimleri olacakları yolunda hüküm bulunurken, getirilen yeni hüküm ile, il ve ilçe seçim hakimlerini belirleme yetkisinin, önceki yasa hükmünden tamamen farklı olarak, Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı’ndan alınması ve seçim yapma yetkisinin Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlıklarına verilmesi uygulamasına geçilmesi söz konusudur. Başka bir önemli nokta ise, önceki yasal düzenlemede en kıdemli, yani birinci sınıf hakimler il ve ilçe seçim kurulu başkanı olarak Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı tarafından belirlenirken, getirilen yeni hüküm ile, metinde belirtildiği şekliyle, “en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş hakimler arasından, Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonunca ad çekme suretiyle tespit edileceği” hususudur. Bu maddedeki değişikliğin siyasi iktidarın en çok üzerinde durduğu nokta olduğunu varsaymak olasıdır. Zira, getirilen değişikliğin dikkat çekici bir püf noktası vardır. Buna göre, en kıdemli hakimin seçim hakimi olması uygulamasından dönülmekte, daha kıdemsiz hakimlerin seçim hakimi olmaları şeklinde bir tercih ortaya konmaktadır. Bu tercihin iktidarın istek ve yönlendirmesi ile olduğu kuşkusuzdur. Çünkü, Hakimler ve Savcılar Yasası’nın 15/2, 32 ve 33. maddelerinde, hakim ve savcıların birinci sınıfa ayrılma ve birinci sınıf olma tanım ve nitelikleri belirtilmekte, yasanın mevcut hali ile, birinci sınıfa ayrılma, birinci dereceye gelmiş, olumlu sicil almış ve başarılı terfileri bulunan hakimi tanımlarken, birinci sınıf hakim ise, birinci sınıfa ayrılmış ve sonraki 3 yıl içinde başarılı çalışmaları ve olumlu sicili ile bu unvanı kazanmış olmaktadır. Yani, kıdem, mesleki süre ve deneyim yönünden birinci sınıf hakim açık olarak daha üst bir konumda bulunmaktadır. Seçim kurulu başkanlığı açısından önemi ve ayrımı ise, birinci sınıf hakimin artık tayin ve terfi gibi sorunlarının bulunmaması ve seçimin yönetimini herhangi bir kaygı duymadan gerçekleştirme yeteneğine sahip olmasıdır. Birinci sınıfa ayrılmış hakimin ise, henüz terfileri tamamlanmamış olduğu gibi, tayin görme olasılığı da bulunmaktadır. Kısacası, birinci sınıfa ayrılmış hakim, birinci sınıf hakime göre çok daha güvencesiz durumdadır. Kaçınılmaz olarak siyasi etki, baskı ve müdahaleye açık olacaktır. Bu durumun seçim güvenliğini etkileyebilecek bir unsur olduğu gözetilmelidir. Öte yandan, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, görevden uzaklaştırılan hakimlerin yerine avukatlık mesleğinden çok sayıda meslek mensubu atanmış, bu kişilerin avukatlık mesleğinde geçen sürelerinin ⅔’ü hakimlik mesleği kıdeminden sayılmış, böylece bu kişilerin birinci sınıfa ayrılmış hakimler olarak seçim hakimi sıfatını kazanmalarının yolu açılmıştır. Üstelik, avukatlıktan geçen bu hakimler arasında çok sayıda, daha önce iktidar partisinin il ve ilçe yöneticisi olanlar bulunmaktadır. Bu nitelikteki hakimlerin daha önce seçim yapma deneyimleri büyük olasılıkla bulunmadığı gibi, tarafsız, deneyimli ve güvenceli olması gereken seçim hakimlerinin bu durumlarının nasıl sağlanacağı hususu bir sorun olarak ortada durmaktadır. Yasal düzenlemede görev verilen Adalet Komisyonu Başkanlığı’nın yapısına bakılırsa, yıllarca uygulanan en kıdemli hakimin başkanlık yapması uygulamasından dönülmüş ve özellikle son 10 yıl itibariyle iktidara yakınlığı gözetilen hakimlerin başkan olarak atanmaları söz konusu olmuş, komisyonun doğal üyesi olan il veya ağır ceza merkezi başsavcıları da siyasi etkilere göre belirlenen görevliler olarak seçilmişler ve yine komisyonun üçüncü üyesi olan hakimlerin de kıdemlerine bakılmaksızın siyasi etki ve yönlendirmelere göre seçilmeleri sağlanmıştır. Yargısal ve seçim işleri ile ilgili hiçbir görev ve yetkisi bulunmayan adalet komisyonunun seçim yapacak hakimleri kura ile de olsa belirlemesi uygulaması, seçim hukuku gereklerine uygun düşmemektedir. Tümüyle siyasi iktidarın istek ve dilekleri doğrultusunda oluşturulan bir çözüm olduğu anlaşılmaktadır. Yasal düzenlemede, seçim hakimlerinin ad çekme usulü ile belirleneceği belirtilmekte ise de, bunun şekline dair hiç bir hüküm bulunmamaktadır. Ad çekme işleminde kimlerin hazır bulunacağı hususunda bir açıklık olmadığı gibi, aday hakimlerin veya kura çekimini izlemek isteyen siyasi parti temsilcilerinin katılmalarının mümkün olup olmadığı da belli değildir. 298 sayılı Seçim Yasası’nda, sandık kurulu başkanlarının belirlenmesi aşamasında siyasi parti temsilcilerinin hazır bulunabileceği hususunda hüküm bulunduğu gözetildiğinde, siyasi parti temsilcilerinin ad çekme işleminde hazır bulunmalarının sağlanması da zorunludur. Yapılan yasal değişiklik, güvencesiz ve tarafsızlığın sağlanamadığı bir seçim görüntüsü vereceğinden, sorunlu ve sakıncalı olup bu konuda tartışma ve eleştirilerin varlığı kaçınılmaz olmaktadır.
Yasanın 7. maddesi ile, 298 sayılı Seçim Yasası’nın 23. maddesine bir fıkra ilave edilmekte ve metindeki ifade ile, “Sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan bir parti; oluru olmadan başka bir parti üyesini sandık kurulu üyesi olarak gösteremez” şeklinde bir düzenleme yapılmaktadır. Bu hüküm ile hedeflenen, özellikle bazı seçim bölgelerinde zayıf durumda olan partilerin, başka bir parti temsilcisini sandık kurulu üyesi olarak gösterme olanağını yok etmektir. Bu “olur’un nasıl alınacağı belli olmadığı gibi, aynı ittifak içindeki partiler arasında gerçekleşecek dayanışmayı önlemeye yönelik bir tavır olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun da seçim güvenliğini etkileyebilecek bir unsur olduğuna özellikle muhalefet partilerince dikkat edilmelidir.
Yasa’nın 11. maddesi ile, 298 sayılı Yasa’nın 65, 66 ve 155. maddelerinde değişiklik yapılmış ve seçim yasaklarına ilişkin olarak, eski halinde Başbakan ve Bakanlara ilişkin yasaklar kavramı değiştirilmiş, Başbakan kelimesi metinden çıkarılmış ve maddeler “Bakanlara ilişkin yasaklar” şekline dönüştürülmüş, ancak, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tek yetkilisi konumundaki Cumhurbaşkanı seçim yasaklarından muaf tutulmuştur. Bunun bir unutma olmadığı kesin olup amaçlananın, Cumhurbaşkanının seçim sürecinde kendisi ve partisi adına istediği gibi propaganda yapmasının sağlanması olduğu anlaşılmaktadır. Bu hükmün sakıncalı olduğu kuşkusuz olup, 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile, Cumhurbaşkanının Anayasal tarafsızlığı tamamen kaldırılmış ve bir siyasi parti liderinin Cumhurbaşkanı olma yolu açılmış ve AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı olmuştur. Bir siyasi parti lideri olan Cumhurbaşkanının, bizzat katıldığı bir seçimde kendisine rakip olabilecek parti liderleri veya siyasilere seçim yasakları uygulanırken, kendisine seçim yasaklarının uygulanmaması, Anayasanın 10. maddesinde belirtilen “yasa önünde eşitlik” ilkesine açıkça aykırıdır. Bu hükmün muhalefet partileri tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi halinde iptali olasılığı güçlü görünmektedir.
12. madde ile, 298 sayılı Seçim Yasası’na Geçici Madde 24 eklenmekte ve maddede, il ve ilçe seçim kurulu başkanlarının yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren 3 ay içinde yeniden ve getirilen usul ile belirlenmesini öngörmektedir. Ayrıca bu şekilde belirlenen başkan ve üyelerin önceki başkan ve üyelerin görev süresini tamamlayacakları eklenmiştir. Oysaki, 2022 yılı Ocak ayı sonu itibariyle Yüksek Seçim Kurulu tarafından, 2023 yılında yapılacak seçimleri yönetecek hakimler belirlenmişti ve bu hakimlerin görev süreleri 2024 yılı Ocak ayı sonunda bitiyordu. Böyle bir uygulama değişikliği ile, özellikle kıdemli olmayan hakimlerin görev alacağı bir seçim düzeninde, çok uzun bir süredir istikrarlı olarak yürütülen seçimlerin güvenliği hususu tartışmaya açılmış olmaktadır.
Seçim ile ilgili yasalarda yapılan değişikliklerin, demokratik hukuk devleti normlarına uygun olması, seçim güvenliği ve adaletini sağlayıcı hüküm ve uygulamaları içermesi gerekir. Seçime katılan siyasi partiler, adaylar ve seçmenler üzerinde kuşku ve kaygı yaratacak yeni hükümlerin getirilmesi, demokrasinin temel amaçları ile bağdaşmayacağı gibi, yapılan seçimin sağlığı hususunda ciddi şüpheler oluşturacak, yeni toplumsal huzursuzluklara neden olabilecektir. Siyasi iktidarın istek ve yönlendirmelerine göre getirilen ve tartışmalara yol açması kaçınılmaz olan bu yasa ile ilgili olarak, muhalefet partilerinin Anayasa Mahkemesi’nin kapısını çalmaları zorunlu görünmektedir.